Peygamber Efendimizin Bıraktığı İki Emanet

Nübüvveti

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor: “Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra sapıtmayacağınız iki mühim emânet bırakıyorum. Biri diğerinden daha büyüktür. O da Allâh’ın Kitâbı’dır. Kur’ân, semâdan yeryüzüne uzatılmış sağlam bir ip gibidir. Diğer emânet de âilem, Ehl-i Beytʼimdir...”

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

“Biz, Kurʼânʼdan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müʼminler için şifâ ve rahmettir; zâlimlerin ise yalnızca ziyânını artırır.” (el-İsrâ, 82)

Mevlânâ Hazretleri de Kurʼân-ı Kerîmʼden istifâde hususunda insanların durumunu şu teşbih ile îzah eder:

“Güneş, kuru dala da, yaş dala da yakındır. (Her ikisine de aydınlatan ve ısıtan şuâlarını cömertçe ikram eder.) Fakat zamanı gelince, olgun, lezzetli ve güzel kokulu meyvelerini yiyeceğin yaş ve taze dalın Güneşʼe yakınlığı nerede, kuru dalınki nerede?!

Kuru dal, Güneşʼe yakınlığı yüzünden daha beter kurumaktan (ve yakılacak bir odun olmaktan) başka ne elde edebilir?!”

Kur’ân-ı Kerîm, Rabbimiz’in âhirzaman insanına en büyük hediyesi. İlâhî imtihanlarla dolu cihan dershanesinin ders kitabı. Hak katından insanlığa son mesaj ve son çağrı…

Cenâb-ı Hak bizlere Kur’ân-ı Kerîm’i; yaratılış gâyemizi idrâk etmemiz, insanlık şeref ve haysiyetine göre yaşamamız, fazîlette zirveleşmemiz, kâinattaki ilâhî kudret ve azamet tecellîlerine âşinâ olabilmemiz ve nihâyet iki cihan saâdetine kavuşmamız için lûtfetti. Yani Kur’ân-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakk’ın biz kullarına bahşettiği, nîmet, şeref ve izzetlerin en yücesi.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifâ, müʼminler için bir hidâyet ve rahmet gelmiştir.” (Yûnus, 57)

FERMÂN-I İLÂHİ

  • Kurʼân-ı Kerîm; bütün insanlığa gönderilen ilâhî hidâyet ve saâdet mektubu.
  • O, rûha huzur veren sonsuz bir feyz kaynağı.
  • O, kıyâmete kadar devam edecek bir beyan mûcizesi.
  • Yine o, ölüm ürpertisini, sonsuz bir vuslat heyecanına dönüştüren eşsiz bir fermân-ı ilâhî.

HER HARFİ BİN MÛCİZE

Kur’ân, murâd-ı ilâhîyi ifâde eder. Onun her harfinde bin bir mûcize gizlidir. Kim Kur’ân’a daha yakınsa Allâh’a daha yakındır. Allâh’a yakın olan da Kur’ân’ın hikmetine ve sırlarına nâil olur, tefekkürü derinleşir, takvâ üzere yaşar. Takvâ ile yaşayana da Allah, satırlarda olmayanı öğretir.

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“…Takvâ sahibi olun ki, Allah size (bilmediğinizi) öğretsin!..” (el- Bakara, 282)

SIR VE HİKMET HAZİNESİ

Kur’ân-ı Kerîm, tefekkür dünyasının derinliklerine açılan ihtişamlı bir kapıdır. Yerin-göğün lisânıdır. Kanayan ruhlara şifâ, yorgun gönüllere safâ bahşeden ilâhî sır ve hikmetler hazinesidir.

KUR'ÂN İLE MEŞGULİYET

Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- bir gün mescide girince halka hâlinde oturmuş iki grupla karşılaştı. Gruplardan biri Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve Allah Teâlâ’ya duâ ediyordu. Diğeri ise ilim öğreniyor ve öğretiyordu.

Bunu gören Nebiyyi Muhterem -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Bunların hepsi hayır üzeredirler. Şunlar Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve Allah Teâlâ’ya duâ ediyorlar. Allah dilerse onlara (istediklerini) verir, dilerse vermez. Şunlar da ilim öğrenip öğretiyorlar. Ben de ancak bir muallim olarak gönderildim.” buyurdu ve hemen ilimle meşgul olanların yanına oturdu. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

HER ÂYET TEFEKKÜRE DÂVET

Eşsiz bir hidâyet ve saâdet rehberi olan Kur’ân-ı Kerîm, ilk âyetinden son âyetine kadar, insanı sürekli tefekküre dâvet ederek, yaratılışındaki hikmetleri, kâinattaki hârikulâde nizâmı ve Kur’ân-ı Kerîm’in bir beyan mûcizesi olduğunu düşünmesini ister. Yine Kur’ân-ı Kerîm; “Akıl erdirmiyor musunuz, tefekkür etmez misiniz, ibret almaz mısınız?” gibi ifâdelerle insanları îkâz eder. Dolayısıyla insanlık haysiyetine lâyık bir şekilde yaşamak, rûhen derinlik kazanmak isteyen herkes, Kur’ân-ı Kerîm’in istikâmetlendirdiği bu tefekkür dünyasına girmek mecbûriyetindedir.

EN BEREKETLİ TOPRAK

İnsanın mânevî yapısına kudret eli ile bırakılmış, kudsî istîdat to34 humları vardır ki; o tohumlar, baharın renklerini ve güzelliklerini ortaya dökmek için, îman ve Kur’ân feyizlerini beklerler. Zerre kadar bir tohumun, münbit bir toprak vâsıtasıyla koca bir çınar ağacı hâline gelmesi, nasıl muazzam bir ihtişam sergilerse, insanoğlundaki tefekkür ve hissiyâtın Kur’ân’la feyizlenmesi neticesinde ulaşılacak kalbî duyuş ve hakîkatler de, o kadar, hattâ daha da  muhteşemdir.

İKİ MÜHİM EMÂNET

Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- buyurur: “Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra sapıtmayacağınız iki mühim emânet bırakıyorum. Biri diğerinden daha büyüktür. O da Allâh’ın Kitâbı’dır. Kur’ân, semâdan yeryüzüne uzatılmış sağlam bir ip gibidir. Diğer emânet de âilem, Ehl-i Beytʼimdir...” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3788)

REÇETE KUR'ÂN'DA

Cenâb-ı Hak; insanoğlunun, insanlık şeref ve haysiyetine yakışır biçimde yaşamasının reçetesini, Hazret-i Peygamberʼin de yüce ahlâkını oluşturan Kur’ân-ı Kerîmʼde beyân etmiştir. Nitekim;

  • İnsanoğlunu kasıp kavuran nefsânî ve şehevî ihtirasların devâsı Kur’ân’dadır.
  • İnsanı hayvanlardan daha aşağı düşüren iffetsizliğin tedbiri Kur’ânʼdadır.
  • Adâlet hislerinin zulme dönüşmesine mânî olan hassas denge Kur’ân’dadır.

Velhâsıl, en alt kademeden en üst kademeye kadar bütün insanlığın her zaman ve mekândaki ihtiyaçlarına en tatminkâr cevaplar, yine Kurʼân’dadır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Alemlere Rahmet Hazreti Muhammed, Erkam Yayınları