Peygamber Efendimiz'e Ümmet Olmanın Önemi!

HAYATIMIZ

Ömrümüzün her ânında; bizim için şefkat ve merhamet dolu, rakik bir sîne olan Fahr-i Kâinat Efendimiz’e ümmet olma lûtfuna erişmenin saadet ve sürûru içinde olmalıyız. Fânî kaygı ve endişelerin girdabında boğulmamalıyız.

Düşünmeliyiz ki;

O'NA ÜMMET OLMAKTAN DAHA BÜYÜK ARMAĞAN VAR MI?

Efendimizʼe ümmet olmaktan daha büyük armağan, daha büyük servet, daha büyük bir devlet ne olabilir? Oʼna râm olan bir gönül için, bundan daha büyük bir mazhariyet ve ikram düşünülebilir mi?

Dünyadaki bütün nîmetler fânîdir. Peygamber Efendimiz vâsıtasıyla kazanılacak olan saâdet ise ebedîdir.

PEYGAMBERİMİZİN AHLÂKINDAN NASİP ALMALIYIZ! 

Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbî hayatından ve ahlâk-ı hamîdesinden nasiplenmek zarûrîdir. Bu da ancak O’na duyulan muhabbet ve O’nun rûhâniyetine bürünebilme nisbetinde gerçekleşir. Bu in’ikâs ve insibâğ (mânevî boyanma) netîcesinde müminde merhamet, şefkat, ikrâm, sehâvet, affedebilme, kendi imkânlarını bir din kardeşiyle paylaşabilme hasletleri bir sürûr ve lezzet hâline gelir. Ashâb-ı kirâm, evliyâullâh, sâlihler ve sâdıklar, bu hâlin en güzel nümûneleridir.

HASTA VE GÂFİL KALPLERİN İLACI

Bu ince ruhlu zarif müminler, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hakîkatine yaklaşabilmek için O’nun rûhâniyeti etrâfında âdetâ pervâne olarak, O’nda fânî olmayı dünyânın en büyük nîmeti saymış ve bu sûretle ilâhî lutuflara gark olmuşlardır. Târih boyunca Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in üsve-i hasenesinden nasîb alan müminler, îmâna âit tekâmül çıkışlarını zirveleştirmişler, fıtrattaki ilâhî neş’eleri olgunlaştırarak insanlığa kudsî meş’aleler olmuşlardır. Hasta ve gâfil kalblerin en müessir dermânı, O’na olan muhabbettir.

İşte O’nun yüksek yaratılış, ahlâk ve davranışlarının tipik misâllerinden bazıları:

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek yüzü, yüzlerin en güzel ve temizi idi. Yahudî âlimlerinden Abdullâh ibn-i Selâm, hicrette merakla Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i sormuş, vech-i mübâreklerine bakınca da:

“Bu yüzün sâhibi yalancı olamaz.” diyerek müslüman olmuştu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 451)

İLK YARATILAN NÛR

Çünkü O’ndaki güzellik, heybet, nûrâniyet ve letâfet o derecede idi ki, Allâh’ın peygamberi olduğuna dâir, ayrıca bir mûcize, delîl ve bürhâna ihtiyaç yoktu. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir şeyi arzu etmediği zaman, derhal sîmâlarından farkedilir, bir şeyi beğenince de memnûniyeti hissedilirdi. İlk yaratılan nûr, O’nun nûrudur. Cism-i nazîfânelerinde zindelik, kuvvetli hayâ ve müthiş bir azim, bir arada idi. Örtüsüne bürünmüş bâkire bir genç kızdan daha edebli idi. Rikkat-i kalbiyyesinin derinliğini îzâh etmek mümkün değildir.

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN GÜZEL AHLÂKI

Fuzûlî söz söylemeyip her kelâmı hikmet ve nasîhat idi. Lügatinde aslâ dedikodu ve mâlâyâni yoktu. Herkesin akıl ve idrâkine göre söz söylerdi. Mülâyim ve mütevâzî idi. Gülmesinde kahkaha gibi aşırılık olmazdı. Dâimâ mütebessimdi. O’nu ansızın gören kimseyi haşyet sarardı. O’nunla ülfet ve sohbet eden kimse, O’na cân u gönülden âşık ve muhib olurdu.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Tasavvuf, Erkam Yayınları