Peygamber Efendimiz Nasıl Tefekkür Ederdi?

TEFEKKÜR

Kulluğun ehemmiyetli vazifelerinden birisi de "Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istendim" buyuran Allah-u Teâlâ'yı, Kur'an-ı Kerim ve kainat kitabı ışığında tefekkür etmektir. Peki ümmetine her yönde kılavuzluk yapan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) nasıl tefekkür ederdi?

PEYGAMBERİMİZ  SÜKUTU VE TEFEKKÜRÜ ÇOK SEVERDİ

Rasûlullah, sükûtu ve tefekkürü çok severdi. Nübüvvetine yakın zamanlarda halvet ve uzlete çekilmeyi daha çok arzu eder olmuştu. Mekke-i Mükerreme’ye yaklaşık 5 km mesâfedeki Hirâ Mağarası’na giderek orada günlerce kalırdı. O’nun bu uzletlerindeki ibadeti; tefekkür etmek, atası İbrahim  gibi göklerin ve yerin melekûtundan ibret almak ve Kâbe’yi seyretmekti.

Cenab-ı Hak, bu şekilde Efendimiz’i mukaddes vazifeye hazırlıyordu. O günlerde kâinât ve onun Hâlık’ı hakkında tefekkür eden Rasûlullah, daha sonraki hayâtında da dâimâ tefekkür hâlinde idi.

TEFEKKÜR GİBİ İBADET YOKTUR

 Hind bin Ebî Hâle t şöyle der: “Nebiyy-i zî-şân Efendimiz, sürekli hüzünlü ve dâimâ düşünceli idi. Onun için rahatlık söz konusu değildi. Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı. Sükûtu, konuşmasından daha uzun sürerdi. Söze başlarken de, sözü bitirirken de hep Allâh’ın ismini zikrederdi...” (İbn-i Sa’d, I, 422-423)

Nitekim Allah Rasûlü, ümmetini tefekküre teşvik sadedinde şöyle buyurmuştur: “Rabbim bana sükûtumun tefekkür olmasını emretti.” (İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, XVI, 252/5838)

“Tefekkür gibi ibadet yoktur.” (Beyhakî, Şuab, IV, 157; Ali el-Müttakî, XVI, 121)

 “Dünyada misafir gibi olun! Mescidleri ev ittihâz edinin!. Kalplerinizi rikkate alıştırın! Çok tefekkür edin ve çok ağlayın! Nefsânî arzularınız sizi değiştirmesin!..” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 358)

Yine Allah Rasûlü Hazret-i İbrahim’e indirilen on suhuf’tan şunları nakleder: “Akıl sahibinin belli saatleri olmalıdır: Vaktinin bir kısmını Rabbine duâ ve münâcâta, bir kısmını Yüce Allâh’ın sanat ve kudretini tefekküre, bir kısmını geçmişte işlediklerini muhâsebe etmeye ve gelecekte yapacaklarını plânlamaya, bir kısmını da helâlinden maîşetini kazanmaya ayırmalıdır." (Ebû Nuaym, Hilye, I, 167; İbn-i Esîr, el-Kâmil, I, 124)

TEFEKKÜR İNSANI CENNETE SEVK EDEN BİR KILAVUZDUR

Lokman yalnız başına tenhâ bir yerde oturup tefekkür etmeyi çok sever ve bunu sık sık tekrarlardı. Kendisine:

“–Sen umûmiyetle yalnız oturuyorsun. İnsanlarla oturup sohbette bulunsan daha münâsip olmaz mı?” diye sorulduğunda şu cevabı verdi:

“–Uzun müddet yalnız kalmak, tefekküre daha müsaittir. Uzun süre tefekkürde bulunmak da, insanı Cennet’in yoluna sevk eden bir kılavuzdur.” (İmâm Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Beyrut 1990, Dâru’l-Hayr, VI)

 Ebu’d-Derdâ: “ 'Peygamberimiz, bir saat tefekkür; kırk gece nâfile ibadetten üstündür.' buyururdu" (Deylemî, II, 70-71, no: 2397, 2400)

Tâbiîn ulemâsından Saîd bin Müseyyeb Hazretleri’ne: “−Hangi ibadet daha fazîletlidir?” diye sorulmuştu. Şu cevâbı verdi: “–Allâh’ın mahlûkâtı hakkında tefekkür ve dîni husûsunda tefakkuh/ince anlayış sahibi olmak.” (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, [en-Nûr, 44])

Bişr-i Hâfî Hazretleri de tefekkürün ehemmiyetini şöyle ifâde ederdi: “İnsanlar Allah Teâlâ’nın azameti hakkında lâyıkıyla tefekkür etseler, O’na isyân edemez, günah işleyemezlerdi.” (İbn-i Kesir, I, 448, [Âl-i İmrân, 190])

TEFEKKÜR NEDİR?

Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi, kişiyi Allâh’ın azametini idrâke götüren tefekkür, aklî bir faâliyettir. Bu faâliyeti kâmil bir neticeye ulaştıransa kalptir. Kalbimiz, en şerefli uzvumuz olduğuna göre, tabiî ki onun ameli de diğer uzuvların amellerinden faziletli olacaktır. Zira kalp, nazargâh-ı ilâhîdir.

Şu çok açık bir hakîkattir ki vahiyle terbiye edilmiş aklın tefekkürü, kalbi aydınlatan nurların ilk sermâyesi, basîret ve irfâna ulaştıran yolun yegâne vâsıtasıdır. Yine böyle bir tefekkür; ilme, zühde, mâsivâyı terk etmeye ve ilâhî muhabbete vesîledir. En faydalı tefekkür, ilâhî kudret, azamet ve hükümranlığı tefekkür etmektir.

TEFEKKÜR İNSANA NE KAZANDIRIR?

Bu sâyede insan, dünya hayâtını ıslâh etmeyi, âhiretine zarar verecek şeyleri terk etmeyi ve bunların yollarını düşünür. Kişi Allâh’ın nîmetlerini, ihsanlarını, emir ve nehiylerini, isimlerini ve sıfatlarını tefekkür edince, kalbinde muhabbet ve mârifet filizleri yeşerir ve mânen seviye kazanmaya başlar. Âhireti, onun şerefini, ebedî oluşunu, dünyanın bir imtihan âlemi olduğunu ve fânîliğini düşününce, âhirete rağbeti artar ve dünyaya gereği kadar değer vermeye başlar.

Dünyevî hayâtın, ana rahmiyle kabir arasında bir sürat koşusu olduğunu idrâk eder. Ömrün, âhiret saâdetini kazanmaya medâr olacak kıymetli bir sermâye olduğunu kavrayarak onu daha bereketli kılmak husûsundaki ciddiyet ve gayretini artırır. Vakitlerini ganimet bilir, onları hayırlı ve sâlih amellerle en güzel bir şekilde değerlendirme yoluna gider.