Osmanlı'da Valide Sultanlar Neler Yaptı?

Vakıf

Bir vakıf medeniyeti olan Osmanlı Devletinde inşâ edilen mîmârî şaheserler içinde, vâlide sultanların ve saray eşrâfından hanımların da birçok vakfiyesi bulunuyor. İşte Osmanlı'daki valide sultanların açmış olduğu vakfiyeler ve topluma kazandırdıkları eserler, hizmetler...

İslâm; statik değil, dinamik bir dindir. Bu itibarla ilk günlerinde mevcut olan her güzellik, yüzde oranı değişse de her zaman varlığını âşık ve samîmî mü’min gönüllerde devam ettirmiştir.

Asr-ı saâdetten sonraki devirler içerisinde bilhassa Osmanlı dönemi, yaşanan ikinci bir saâdet asrı gibidir. Gerçekten de ecdâdımız, gerek âile huzur ve saâdeti açısından, gerekse toplumun gönül inşâsı açısından tam bir îman, irfan, ihsan ve hayır yarışı içinde olmuşlardır. Bu noktada onlardan bize kalan maddî ve mânevî zenginlikler ve emsâlsiz kültür mîrasları, bahsettiğimiz gerçeğin en canlı şâhitleridir. Bir bakıma Osmanlılar, bir ihtişam devleti olmaktan ziyade bir vakıf medeniyeti olarak tarih sahnesinde yer almışlar; bunun neticesinde bütün dünya onları baş tâcı etmiş ve böylece uzun bir ömür sürmüşlerdir.

ŞEFKAT VE MERHAMETTE ZİRVE HANIM SULTANLAR

Osmanlılar, bir ihtişam devleti olmakla birlikte aynı zamanda bir vakıf medeniyeti olarak da tarihin altın sayfalarında yer almışlardır.

Osmanlı döneminde kurulduğu tespit edilebilmiş 26.300 vakfın, 1.400 kadarının hanımlar tarafından tesis edilmiş olması çok ehemmiyetlidir.

Bunlardan Nûr Bânû Vâlide Sultan[1], İstanbul’un Anadolu ve Rumeli yakasında birçok eserler yaptırmıştır. Üsküdar Toptaşı’ndaki Atik Vâlide Camii, imâreti, medresesi, dâru’ş-şifâsı ve çifte hamamı, onun gönül dünyasından bizlere ulaşan ölümsüz şaheserler ve hizmetlerdir.

Böyle hanımların biri de Mâhpeyker Kösem Vâlide Sultan’dır. O da Yeni Cami’nin temelini atmış, Üsküdar Çinili Camii ve yanına da mektep, çeşme, dâru’l-hadîs, çifte hamam ve sebil yaptırmıştır. Ayrıca Anadolu Kavağı’ndaki camiyi inşâ ettirmiştir. Onun, yetim ve fakir kızları evlendirmek için kurmuş olduğu vakıf da meşhurdur. Bunlardan başka daha birçok hayrâtı vardır. Oldukça dikkat çekicidir ki, vâlide sultanlar arasında celâlli ve sert tabiatıyla tanınmış olduğu hâlde Kösem Sultan bile, vakıf tesis etmekteki gayretiyle zayıflara şefkat ve merhamet hususunda zirve bir şahsiyettir.

KÖSEM SULTAN'IN VAKFİYELERİ

Kösem Sultan’ın temelini attığı hâlde, bitirmeye ömrü vefâ etmediğinden yarım kalmış olan Yeni Cami’yi tamamlatarak ibadete açmak şerefi, Hatice Turhan Sultan’a nasip olmuştur. Bunun yanında mektep, medrese, imâret, kütüphâne ve çeşme hayratları da vardır. Ayrıca Yeni Cami vakfiyesinde dikkati çeken bir husus da, kandil ve Ramazan gecelerinde bazı çeşmelerden bal şerbeti akıtılması ve namazdan çıkan cemaate ikrâm edilmesidir. Balın kalitesi dahî vakfiyeye tescîl edilmiştir. O zamanın en vasıflı balı, bugün adı “Pazar” olarak değiştirilmiş olan Rize’nin kazası Atina’dan getirilirdi. Vakfiyede ne kadar pahalı olursa olsun dâima bu balın kullanılması, başka balın kullanılmaması şart koşulmuştu ki, bu da hayırdaki keyfiyet ve hassâsiyetin derecesini gösteren tipik bir misâldir.

Bu Hanım Sultan, vakıflarının devamını sağlamak için çok zengin gelir kaynakları bırakmış ve bu vakıfların idâresi için maaşlı 116 memur vazifelendirmiştir.

PERTEVNİHAL VALİDE SULTAN VE MİHRİMAH SULTAN'IN HİZMETLERİ

Pertevniyâl Vâlide Sultan da, İstanbul Aksaray’daki “Vâlide Câmii” ile “Yâ Vedûd Mescidi”ni inşâ ettirmiş, ayrıca kütüphâne, çeşme ve mektep yaptırarak onları vakfetmiştir.

Edirnekapı’da ve Üsküdar’da birer “selâtin camii” inşâ ettirmiş olan Mihrimâh Sultan ise, tesis ettiği büyük vakıf eserlerine rağmen son derecede mütevâzî ve mahviyet sahibi bir kimse idi. Bunu, şu misâl çok güzel bir sûrette ifade etmektedir. Mekke ve Arafat’ın suyu vaktiyle Hârun Reşid’in hanımı Zübeyde Hanım tarafından Bağdat civarından oraya kadar getirtilmişti. Fakat Kânûnî devrinde bu su yollarının zamanla bozulduğu ve çeşmelerin kâfî miktarda akmadığı söyleniyordu. Bunu öğrenen Mihrimâh Sultan, babası Kânûnî’nin huzûruna çıkarak bu kadîm su bendinin başmîmar Sinan tarafından tamir edilmesini ve bu hizmetin de gizli kalmasına âzamî gayret gösterilmesini ondan ricâ etmiş ve bu maksatla sahip olduğu bütün ziynet ve mücevherâtı tahsis etmiştir. Mimar Sinan, Süleymâniye Câmii’nin temelleri atıldıktan sonra bir müddet ortadan kaybolmuştur ki, bunun sebebi pek bilinmez ve güyâ camînin temellerinin oturması için kasten kaybolmuş bulunduğu söylenir. Hâlbuki bunun sebebi, “Ayn-ı Zübeyde” denilen mâlum su kanallarının tâmiri ve bu hayrın sahibi olan Mihrimâh Sultan’ın hizmet ve himmetinin gizli kalmasını istemiş olmasıdır.

BEZMİÂLEM VÂLİDE SULTAN'IN VAKFİYELERİ

Vâlide sultanlar içinde hayrât bakımından en meşhurlardan biri de, Bezmiâlem Vâlide Sultan’dır ki, asırlarca hizmet veren ve tarihe mâl olan pek çok hayır hizmetleri yapmıştır. Yaptırdığı camilerin en büyüğü Dolmabahçe Sarayı yanındaki Vâlide Camii’dir. Meşhur Galata Köprüsü de onun vakfıdır.

Vâlide Sultan’ın Şam’a kurduğu bir vakıf da çok mühimdir. Vakıf şartı:

-Şam’ın tatlı suyunu hacılara ulaştırmak,

-Hizmetkârların kırdığı veya ziyan verdiği eşyaları, onların haysiyet ve şahsiyetleri rencide olmasın diye tazmin etmektir.

Hayır eli çok uzaklara kadar uzanan Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın hizmetlerinin en büyüklerinden biri de şahsî servetinden büyük bir meblağ vakfederek yaptırdığı Gurabâ-i Müslimîn Hastahânesi’dir. Bu büyük eser, cami ve çeşmesiyle 1843 yılında hizmete açılmış olup, o günden beri ümmet-i Muhammed’in fakirlerine şifâ dağıtmaktadır.

Bu sultan efendiler, hayrât ve hasenâtta su temini hususuna birinci derecede ehemmiyet vermişler, Mekke ve Arafat gibi İstanbul’u da vakıf suyu ve çeşmeleriyle donatmışlardır. Bunun için hâlâ ayakta duran bentleri tesis etmişler ve su yollarını tâmir ederek İstanbul’u dâima ihtiyacı karşılayacak derecede bol suya kavuşturmuşlardır.

Mübârek ecdâdın ihlâsla kurduğu vakıflar, faâliyetlerinin kıyâmete kadar devam etmesi duâ ve temennîsi ile tesis edilmiştir. Bu vakıflar, bugünkü ve yarınki insanımızın cami, mektep, hastahâne, kışla, sebil gibi ihtiyaçlarını gidermekte ve pek çoğu hâlâ hizmetlerini devam ettirmektedir. Bunlar, mübârek ecdâdımızın muazzez ruhlarını şâd edecek birer sadaka-i câriye, îman ve asâlet nişânesidir.

DİPNOT

[1] Osmanlı hânedânına mensup kadınlar hakkındaki resmî ifade “Sultan Efendi”dir. Bu, babanın hânedân mensubu yani şehzâde veya padişah olmasını ifade eder. Böyle bir kadın hânedân mensubu olmayan bir erkekle evlenirse böylelerinin kız çocuklarına “Hanım Sultan”, erkek çocuklarına ise “Beyzâde”, analarına izâfeten de “Sultanzâde” denilir. Beyzâde veya sultanzâdeler hânedân mensubu olmayan birisiyle evlendikleri takdirde onların çocukları hânedan mensubu sayılmazlar.

Diğer taraftan evlâtları padişah olan hanımlar, hânedâna mensup değillerse, -ki ekseriyetle böyledir- resmî ifade itibariyle ünvanları “Vâlide Sultan”dır.

Padişah hanımlarından ise “Kadın Efendi” olarak bahsedilir. Bunlar birden fazla ise birinci, ikinci gibi sıfatlarla anılırlar.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Huzurlu Aile Yuvası, Erkam Yayınları