Ömrün en Hayırlısı

İSLAM

Ömrün en hayırlısı hangisidir? İçinde bulunduğumuz rahmet aylarının değeri ve kıymeti nedir?

Amellerin değerlendirilmesi Allâh’a âiddir. Ömrün hayırlısı, O’nun yanında geçen ve O’nun uğrunda harcanandır. İnsan, mezara indirilirken fânî hayatın ancak hâtıraları ile gömülecektir. Mezarlar, amel-i sâlihten başka hiçbir şeyin fayda vermeyeceği mekânlardır.

MÜMİN ÖLÜNCE YANINDA BULUNAN AMELLER

Hadîs-i şerîfte:

“Mü’min öldüğü zaman, namaz başucunda, sadaka sağında, oruç sol tarafında bulunur.” (Fezâil-i A’mâl, 267-268) buyurulması, bunun en güzel bir delîlidir.

Allâh rızâsına uygun düşmeyen bir hayat, çöllerdeki seraplara benzer. Hakîkatten nasîbsiz bir hayâlden ibârettir.

Allâh’ın sonsuz kereminden umulur ki mübârek Ramazan ayları, Hazret-i Peygamber sallâllâhü aleyhi ve sellem’in buyruklarına riâyetle onun kıymetini biraz daha fazla bilmemize, ona daha fazla değer verip daha fazla sevap işlememize ve daha az günâha girmemize sebep olur.

Hadîs-i şerîfte buyurulur:

“Eğer insanlar, Ramazan-ı Şerîf’in ne olduğunu lâyıkıyla bilselerdi, senenin tamamının Ramazan olmasını arzu ederlerdi.” (İbn-i Huzeyme, Sahîh, III, 190)

Zîrâ Ramazan-ı Şerîf, baştanbaşa bir mağfiret iklîmidir. İslâm’ın dört şartının heyecanla yaşandığı mübârek bir aydır. Rûhu incelterek derinleştiren Ramazan-ı Şerîf, “refes”, “fısk” ve “cidâl”in yasaklandığı hassas hac ibâdetine rûhen bir hazırlıktır.

Hiç şüphesiz ki Ramazan-ı Şerîf’in bütün günleri birer fırsat demleridir. O, baştan sona feyiz semâsının bereket yağmurudur. Hazret-i Peygamber sallâllâhü aleyhi ve sellem buyururlar:

“Ramazan-ı Şerîf’in evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden âzâd olmaktır...” (İbn-i Huzeyme, Sahîh, III, 191)

Ramazan-ı Şerîf, gönüllerde feyz ü bereketin taştığı, rûhânî bahar yeşilliklerinin açtığı bir mevsimdir. Kurumuş îmânsîneleri, amel-i sâlihle tazelenecek, solmuş sararmış kalbler, takvâ ile bezenecek ve rûhânîleşecektir. Bu ay, baştan sona bir ganîmet ve kazanç fırsatı olacaktır.

Ancak bu fırsatı değerlendiremeyenlerin ne büyük bir hüsrânda olacağını şu hadîs-i şerîf şöyle sergiler:

Kâ’b bin Ucre’den:

Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, bizden, minbere yakın oturmamızı isteyince, minberin tam önünde topluca oturduk. Bir basamak çıktı: «Âmîn!» dedi. Bir basamak daha çıktı. Yine «Âmîn!» dedi. Bir basamak daha çıktı. Yine «Âmîn!» dedi. Minberden indiğinde:

“–Ey Allâh’ınRasûlü! Bugün biz, sizden daha önce işitmediğimiz yeni bir şey işittik.” dedik.

Bunun üzerine buyurdu ki:

“–Minberde iken Cebrâîl geldi. Bana birinci basamakta iken:

«–Ramazan-ı Şerîf’e erişip de bağışlanmayana lânet olsun!» dedi.

 Ben de: «Âmîn!» dedim.

 İkinci basamağa çıktığımda:

«–Yanında senin adın söylendiği hâlde sana salât ve selâm getirmeyene lânet olsun!» dedi.

Ben de: «Âmîn!» dedim.

Sonra üçüncü basamağa çıktığımda:

«–Ana babasının yaşlılığına erişip de veya bir tekinin ihtiyarlığını görüp de, cenneti kazanamayan kişiye lânet olsun!» dedi.

Ben de: «Âmîn!» dedim.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 170)

Bu hadîs-i şerîfte bu kadar rahmeti bol olan bir ayda ibâdete, kulluğa, salevât-ı şerîfeye ve ana-baba hakkına karşı bîgâne kalmanın hazîn âkıbeti ifâde edilir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam İman İbadet, Erkam Yayınları