Ölümü Güzelleştirmek

İHSAN

Diğergâmlığa ulaşabilen mü’minlerin gönül ufku, “Önce ben” yerine, “önce o” diyebilmektir.

Allah Resûlü’nün ahlâkıyla ahlâklanan Hak dostları, tıpkı sahâbenin sergilediği gibi nice îsar numûneleri sergilemişlerdir. Antakyalı Ebu’l-Hasan bunlardan birini şöyle nakleder:

“Bir defasında otuz küsur kişi Rey şehri civarındaki bir köyde toplanmıştı. Bunların, hepsine yetmeyecek kadar sayılı çörekleri vardı. Çörekleri parçaladılar, ışıkları kısarak yemeğe oturdular.

Bir müddet sonra sofra kaldırılmak üzere ışıklar açıldığında, ekmeklerin olduğu gibi sofrada durduğunu gördüler. Zira sofradakilerin her biri diğer kardeşini kendisine tercih etmiş, hiç kimse çöreklerden yememişti.” (İhyâ, III, 572)

MÜ'MİNLERİN GÖNÜL UFKU

İşte diğergâmlığa ulaşabilen mü’minlerin gönül ufku!.. “Önce ben” yerine, “önce o” diyebilmek!..

Bu güzel ahlâkın ibret dolu misallerinden bir diğeri de Dâvud-i Tâî Hazretleri’ne âittir:

Hizmetine bakan talebesi bir gün ona:

“–Biraz et pişirdim; lütfen buyrun?” dedi. Üstâdının sükût etmesi üzerine de eti getirdi. Fakat Dâvûd-i Tâî Hazretleri, önüne konan ete bakarak:

“–Falanca yetimlerden ne haber var evlâdım?” diye sordu. Talebesi, durumlarının pek de iyi olmadığını ifâde sadedinde:

“–Bildiğiniz gibi efendim!” dedi. O büyük Hak dostu:

“–O hâlde bu eti onlara götürüver!” dedi. Hazırladığı ikramı üstâdının yemesini arzu eden samimî talebe ise:

“–Efendim, siz de uzun zamandır et yemediniz!..” diyerek ısrar edecek oldu. Fakat Dâvud-i Tâî Hazretleri kabul etmeyip:

“–Evlâdım! Bu eti ben yersem kısa bir müddet sonra dışarı çıkar, fakat o yetimler yerse, ebediyyen kalmak üzere Arş-ı Âlâ’ya çıkar!..” dedi.

AÇ İNSANI DOYURUR MUSUN?

Hak dostlarından Ubeydullah Ahrâr Hazretleri de şöyle anlatır:

“Bir gün pazara gitmiştim. Çok fakirdim. Bir kişi yanıma gelerek aç olduğunu söyledi. O vakit hiçbir imkânım yoktu. Sadece eski ve fitil fitil olmuş bir sarığım vardı. O aç insanı alıp bir aşhâneye götürdüm. Aşçıya:

“−Şu sarığımı al. Eski, fakat temizdir. Bulaşıklarını kurularsın. Yalnız bunun karşılığında şu aç insanı doyurur musun?” dedim.

Aşçı, o fakire yemek verdi; sarığımı da bana iâde etti. Fakat söz verdiğim için almadım. Kendim de aç olduğum hâlde o fakir doyuncaya kadar bekledim.” (Hadâiku’l-Verdiye, s. 651)

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri, sonradan büyük bir servete sahip oldu. Öyle ki, çiftliklerinde binlerce işçi çalışıyordu. Hazret, o zamanki hâlini de şöyle anlatır:

“Semerkand’da Mevlânâ Kutbuddîn Medresesi’ndeki dört hastanın hizmetini üzerime aldım. Hastalıkları arttığından, yataklarını kirletirlerdi. Ben, onları elimle yıkayıp, çamaşırlarını giydirirdim. Devamlı hizmet ettiğim için, hastalıkları bana da sirâyet etti ve yatağa düştüm. Fakat o hâlimle bile testilerle su getirip hastaların altlarını temizlemeye, elbiselerini yıkamaya devam ettim.” (Hadâiku’l-Verdiye, s. 653)

Ubeydullah Ahrâr Hazretlerinin hâli ne kadar da ibretlidir. Hazret, dilese sahip olduğu servet ile bütün bu hizmetleri başkalarına yaptırabilir, kendisi hiç zahmete girmeyebilirdi. Ancak îsar fazîletinden mahrum kalmamak için, şahsî rahatından fedâkârlık ve ferâgatte bulunuyordu.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları