"ölümü Çokça Hatırlayınız"

TEFEKKÜR

Hepimiz, ilâhî imtihan diyârı olan bu cihan mektebinin talebeleriyiz. Kulluk tahsilimiz, ecel tasdiknâmesiyle son bulacak, amellerimizle toprağın sînesine gömüleceğiz.

Ölüm ses­siz­li­ği­ne bü­rün­müş her me­zar ta­şı, li­sân-ı hâl ile ko­nu­şan ateş­li bir na­si­hat­çi­dir. Mezar taşlarının sessiz irşadlarından bugün hisse alabilmek, ebedî yarınlar için büyük bir bahtiyarlık vesîlesidir. İnsan, hayatın akışı içinde yaşama sevinci ile ölümden ürperiş gibi iki müthiş zıtlığın içinde çalkalanır durur. Dâimî bir akış hâlinde olan hayât ve ölümün hakîkî manâları idrâk edilmeden, yaratılış sır ve hikmeti ile insanın gerçek mâhiyeti de kavranamaz. İstisnâsız her hayat seyyâhının başına gelecek olan ölüm, idrâk  sahibi olan bütün varlıkların çözmeye mecbur bulunduğu bir muammâdır. Mülk Sûresi’nin 2. âyetinde:

اَلَّذِى خَلَقَ الْمَوْتَ وَ الْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً

“O ki, hanginizin  (ihsan duygusu içinde) daha güzel amel işleyeceğini denemek için ölüm ve hayâtı  yaratmıştır.” buyrulur.

Enbiyâ Sûresi’nin 35. âyetinde de:

“Her canlı ölümü tadar. Bir imtihân olarak sizi  hayırla da şerle de deniyoruz. Ve siz ancak  Biz'e döndürüleceksiniz...” buyrulmaktadır.

Dünyâ, ilâhî bir îman dershânesi, ölüm ise, zarûrî bir intikal kanunudur.

Hazret-i Mevlânâ, “Dirilmek için ölünüz!” buyurur. Kalbin dirilişi, ancak nefsâniyetten vazgeçebilmekle mümkündür.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhive sellem-:

“Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız!” buyurur. (Tirmizî, Kıyâmet, 26)

ÖLÜM GELMEDEN ÖNCE ÖLÜMÜ HATIRLAMAK

Tefekkür-i mevt, ölüm gelmeden önce ölümü hatırlamaktır. Böylece nefsâniyetten uzaklaşarak,  irâdî bir şekilde Rabbin huzûruna hazırlanmaktır. Bu, îmâna dayanan bir tefekkür ve şuurdur. İnsanın, bitmek- tükenmek bilmeyen dünyevî emelleri, fânî ümit ve tesellîleri, kabir toprağına düşen ne müthiş bir yaprak dökümüdür. Kabristanlar, fânî hayatlarını tüketen ana-baba, çoluk-çocuk, sevgili, hısım, akraba, dost ve arkadaş adresleri ile doludur. Dünyâ hayâtı ister sarayda isterse samanlıkta yaşansın, bütün yolların ve kıvrımların mecbûrî çıkış noktası kabirdir. Ondan kaçıp kurtulacak ne bir zaman, ne de bir mekân vardır. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“De ki, doğrusu kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm, sizi mutlaka yakalayacaktır. Sonra gizliyi de âşikârı da bilen (Allâh’a) döndürüleceksiniz. O size neler yaptığınızı tek tek haber verecektir.” (el-Cum’a, 8)

Ölüm sessizliğine bürünmüş her mezar taşı, lisân-ı hâl ile konuşan ateşli bir nasihatçidir. Kabristanların şehir içlerinde, yol kenarlarında ve câmî avlularında tesis edilmiş olması, bir nevî fiilî tefekkür-i mevt yâni ölümü düşünüp dünyâyı ona göre tanzim etmek içindir. Ölümün ürkütücü ağırlığını kelimelerin zayıf omuzları taşıyamaz! Ölüm karşısında bütün iktidarlar sona erer ve erir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Îmândan İhsâna Tasavvuf, Erkam Yayınları.