Oğlu, Merhum Oğuz Aydınol Ağabeyi Anlattı

Hizmet

Diş hekimliğine gönül vermiş, mesleğinde duayen olmuş, bir taraftan insanların fiziki sıkıntılarını giderirken diğer taraftan da onların ruhi sıkıntılarına merhem olan diş hekimi ve aynı zamanda Hüdâyi Gönüldaşı Merhum Oğuz Aydınol Beyefendiyi oğlu Mimar Ahmet Aydınol Beyefendi ile konuştuk.

Röportaj: Dt. M.Bilal Alkan

Muhterem Oğuz Aydınol’u yanından hiç ayrılmayan oğlu Mimar Ahmet Aydınol Bey ile Diş Hekimi Rahmetli Oğuz Aydınol Bey’in meslek, aile ve sosyal hayatı üzerine muhabbet ettik.

Sizin ağzınızdan babanızı tanıyabilir miyiz?

Şimdi bir kere babam olan babamı mı anlatacağım, ilk dersimi aldığım, sohbetlere götürdüğüm, sohbetlerini dinlediğim babamı mı anlatacağım. Bazen hangisi nerede bitiyor, hangisi nerede başlıyor bilemiyorsunuz. Bir de babanızı sizden fazla sahiplenen manevi evlatlar arasında kendiniz neredesiniz, acaba neyi eksik yapıyorum da ben o kadar yakınında olamıyorum gitgelleri arasında dağılmak.

"SİZ" DİYE HİTAP ETTİK AMA "SEN" DERMİŞCESİNE ONUNLA YAŞITTIK

O zaman bir evlat gözüyle babanızı tanısak neler söyleyebilirsiniz?

Şunları söyleyebilirim. 12 Eylül öncesi ve sonrasının Laleli'sinde, her türlü olumsuz gelişimin yaşandığı bir ortamdan taşıyıp çıkardı bizleri. Bunun farkına varmadan yaşadık ve bizler bunun idrakine bugün vardık.

Sevildiğimizi, hep arkamızda olduğunu bildik. Hissettik demiyorum bildik. Elinde imkân ne varsa ama ne varsa hepsini istediğimizde, ihtiyacımız olduğunda önümüze döktüğüne şahit olduk. Her birimizi birbirimizden ayırmadığını da bildik. Hep "siz" diye hitap ettik, ama sanki "sen" dermişcesine yaşıttık, yakındık.

FARKINA VARMADAN BELLİ ŞEYLERİ ALIŞKANLIK HALİNE GETİRTİRDİ

Bir çocuk gözüyle değerlendirirseniz Oğuz Bey sizin için nasıl bir babaydı?

Böyle bir soruya nasıl cevap verilir bilmiyorum... Ama kısaca "Allah razı olsun kendisinden" diyorum. Babamın bizler üzerinde öyle aman aman bir baskısı görülmezdi. Hatta oldukça serbest bıraktığını bile söyleyebilirdiniz dışarıdan baktığınızda. Ama öyle şeyler vardı ki onlar hem kırmızı çizgileri oluşturur, hem de farkına varmadan belli şeyleri alışkanlık haline getirtirdi.

Mesela herhangi bir şey için izin istediğinizde “sen bilirsin” veya “bildiğin gibi yap” cevabı o işi yapma demekti. Dolayısı ile hem yol gösterme hem de fark ettirmeden sınırları koymaktı o cevap. Bazen de fark ettirmeden yapmaya çalıştığımız bir şeyi, nasıl olduğunu anlamadan ‘’sen şunu yapacaksın, bunu yapacaksan böyle yap’’ demişliği vardır. Kısacası serbestlik çerçevesinde sürekli koruması ve kontrolü altındaydık.

PROGRAMLI VE DİSİPLİNLİ BİR İNSAN

Eve geldiğinde duygu durumu nasıl olurdu? Hem iş, hem arkadaş toplantıları, hem babalık birini diğerine öncelediği ilginç zamanlar olmuş mudur?

Biz de özellikle Laleli dönemi, her şey bir aradaydı. Ev, muayenehane, sohbetler… Birini diğerine öncelediğini söylemek çok zor. Öyle olduysa bile bunu ben hiç fark etmedim.

Biliyoruz ki babaanneniz rahatsızdı ve onun bakım sorumluluğu da vardı. Bu kadar yoğun gündemde babaannenizle hakkıyla ilgilenmeyi nasıl başarıyordu?

Babaannemin bakım sorumluluğunda bizi rahat ettiren en önemli nokta hep iç içe idik. Ayrıca bizler ile paylaştı, bizleri alıştırmak için öne attı. Tabii ki uzaktan kontrol ile. Sonuçta programlı oluşu, disiplinli oluşu sanki her şey öyle olurmuş gibi normal seyrinde akardı.

YAPTIĞI HER İŞİN BİR SIRALAMASI VARDI

Hem diş hekimliği hem gönül hekimliğini nasıl bir arada yapabiliyordu?

Babam disiplinli bir insandı. Her yaptığı işin bir sıralaması, saati vardı. Manevi vazifeleri, sohbet yapmakla başladı malumunuz. Bu dönemde sohbet günleri hasta randevuları ona göre tertip edilirdi. Burada önemli olan, sohbet vazifesi aldıktan sonra her boş vaktinde, vazifesini daha iyi yapabilmek adına sürekli okuyarak, not alarak değerlendirdi. O dönem Osmanlıca yazılı eserleri okuyabilmek için, Allah uzun ömürler versin İdris Kılıç amca ile Osmanlıca çalıştılar. Bu dönemde haftanın 5 ya da 6 günü sohbete gittiği vaki idi.

Daha sonraları vazifeleri artınca, zaten Cuma günleri çalışmadığından, Cuma günlerini Laleli’de vazifeleri için ayırdılar. Laleli’den sonra kısa bir süre Aksaray’da ki muayenehanede devam ettiler. Sonrasında emeklilik döneminde tamamen vazifeleri ile meşgul oldular.

Aktif çalıştığı dönemde eve gelip muayenehanede olan olayları anlatma alışkanlığı var mıydı? Yani eve iş getirmek dediğimiz durum söz konusu muydu?

Muayenehane ile ev hep iç içe olduğu için bu soruya cevap vermek çok güç. İlk zamanlar ki bu benim 6 yaşıma kadar olan dönem ev ve muayenehane aynı katta, sonraki 13 sene muayenehane ikinci, ev beşinci katta. Biz, ben ve Hüseyin ağabeyim genelde okul harici zamanlarımızı muayenehanede geçiriyoruz. Babama yardım ediyoruz sürekli olarak. Diş parlatırız, muayenehaneyi temizleriz, alçı işleri vs. dolayısı ile muayenehanede olan olaylara şahidiz hep. Ama eve çıktığında öyle hatırlamıyorum, şu oldu bu oldu diye anlattığı hadiseler.

İÇİNDEKİ UKDE: DİŞ HEKİMLİĞİ Mİ MİMARLIK MI?

Tekrar meslek erbabı olsa yine diş hekimi olur muydu?

Bu soruya şöyle cevap vereyim. Ben üniversiteye gireceğim sene, diş hekimi olmaya çok hevesliydim. Hatta o derece ki, babam muayenehaneye ben de diş hekimi olacağım diye yeni aletler almıştı. Ancak takdir-i ilahi diş hekimliği olan ilk iki tercihimden sonraki İTÜ Mimarlık Fakültesi'ni kazandım sınavda. Neredeyse ben hayata küsmüştüm diş hekimliği kazanamadım diye. Sınav sonuçları açıklandıktan yaklaşık bir hafta sonra bir sabah evden muayenehaneye indiğimde Mimar Ali Toy Ağabey muayenehanedeydi. Ben babamın yanına geçtim, mutfakta protez masasındaydı. Bana şöyle dedi:

Ben üniversiteye gideceğim zaman, mimarlık veya mühendislik istiyordum. Ancak deden ısrarla benim diş hekimi olmamı istedi. Demek ki benim olmayı istediğim meslek senin nasibinmiş. Şimdi Ali ağabeyinle beraber gidin okulun için ihtiyaç olacak ne malzeme varsa beraberce alın.

Hiç unutamadığım bir gündür, o gün. Tahminim sorunuza da cevap teşkil eder.

EĞER GÖRÜRSEN BEKLEMEK BİLE BOŞA DEĞİL!

Sizinle paylaştığı hastalarıyla yaşadığı ilginç bir anısı var mıdır?

Hastaları ile paylaştığı hatırası değil de benim şöyle bir hatıram var:

Ben ilkokul bitirdiğimde Deniz Lisesi'ne gitmeyi çok istedim. Son sene gözlük taktığım için olmadı. Akabinde ortaokul ve lise ilk yıllarına kadar uzun yol kaptanlığına heveslendim. Babam da bu fikre hiçbir zaman sıcak bakmıyordu. Rahmetli babamın kamarot bir hastası vardı. O da son derece titiz, böyle mesafeli falan ilginç bir insandı. Hiç evlenmemişti. Bir akşamüzeri babam dışarı çıkarken bana muayenehane de beklememi bu hastasının geleceğini söyledi.

Hakikaten babamın dediği saatte o hastası geldi. Babam da olacak iş değil gecikti.  Öyle çok konuşan biri olmamasına rağmen kamarot amca benimle sohbete başladı. Ne olmak istiyordum, okul nasıldı vs. Sohbet giderek uzun yol denizciliğin zorluğuna, aile hayatının olmayışına, evden uzak olmanın sıkıntılarına geldi. Benim denizcilik heveslerimin askerliğime kadar bittiği gündür o gün. Sonradan anladım ki babamın gecikmesi, benim muayenehanede Hüseyin ağabeyimin yerine beklemem boşa değildir.

Aileden herhangi birinin tedavisini yapmaya yaklaşımı nasıldı?

Aileden birinin tedavisinde belki ama belki biraz daha tavizsiz olabiliyordu. Ama bunu öyle net söylemek zor. Bir de bizden –en azından kendim için– talep gelmeden hadi gelin bir dişlerinize bakayım demezdi.

HASTALARINA EN KALİTELİ MALZEMEYİ KULLANIRDI

Bir baba, bir eş ve bir hekim olarak ayrı ayrı karakterlere sahipti diyebilir misiniz?

Fıtrat aynı, ana hatlar aynı. Her sıfatın gerektirdiği davranışlar ile davranırdı, yapısının o sıfat için gerektirdiği özellikler orada ortaya çıkardı..

Son olarak Oğuz Aydınol Beyefendiyi bir meslaktaşına soralım dedik ve Dt. Tufan Kar Beyden de şu cevabı aldık:

Baba dostu olarak bildiğim ve aynı zamanda meslektaşım olan Oğuz Aydınol beyefendinin en önemli özelliği;  “hastalarına, danışanlarına yaklaşımında mesleki malzeme ve donanım kullanırken mutlaka ve mutlaka döneminin en gelişmiş ve en kaliteli malzemelerini kullanmaktan kaçınmamaktı.”

Kaynak: Altınoluk Dergisi