Neyi Kaybettiğini Hatırla!

İHSAN

Gönül genişliği ve iç huzuru bugün geçmişe oranla kaybettiğimiz hasletlerin en başında geliyor. Zira Rabbimiz kalplerin ancak kendisini zikretmekle huzur bulacağını ve itminana ereceğini ferman buyuruyor. Bundan uzaklaştığımız oranda da iç sıkıntıları, stres ve negatif duygular tarafından çepe çevre kuşatılıyoruz.

Allah dostu büyük sufiler Rabbe gerçek kul olma konusunda muhtelif makamlar belirlemişlerdir ki Gazali’ye göre bunların en üst makamı rıza makamıdır. Allah‘ın her yaptığından razı olmak, kullardan gelen eza ve cefalara aldırmamak.

Sufilerin engin gönüllü olmayı başarmalarının sırrı onların daima zikrullah ile meşgul olmalarında yatar. Kalbi zikirle dolu olan salikin ilgisi kullardan Rabbine yükselir. Bunu başaramayanların ise tüm dikkati kulların kendine karşı yaptıkları ettiklerine odaklaştırır. Mevlana’nın tabiri ile kaza ve kader ile pençeleşir:

Ey öfkeli kişi, kaza ve kaderle pençeleşme ki, kaza ve kader de seninle pençeleşmesin, kavgaya tutuşmasın. Allah’ın hükmüne ve takdirine karşı ölü gibi olmak gerek ki, sabahın Rabbi olan Allah’tan bir kahır yarası almayasın.

Özellikle aile içi saadet için eşlerin gönülleri zikir nuru ile yıkanmış olmalıdır. Eşler zikir ve manevi terbiyeden nasip almazlar ise hem kendilerine hem de diğer aile fertlerine zarar verirler. Mevlana bu durumu şöyle açıklar:

Cahil ve kaba erkeklerde, incelik, lütuf, sevgi azdır. Çünkü onların ya­ratılışlarında hayvanlık sıfatı üstündür. Sevgi, incelik, acımak insanlık huyudur, insanlık vasfıdır. Öfke ve şeh­vet ise hayvanlık huyudur, hayvanlık sıfatıdır. (c. I, 2434-35)

İmam Gazali öfke ve şehvet meselesini insan, melek ve hayvanlar bağlamında şöyle açıklar. Melekler tamamen nur olduklarından onlar hiçbir konuda isyan etmezler, kalpleri ferahtır. Hayvanlar ise tamamen içgüdü ve şehvetlerini tatmin üzere yaratılmış olup tek amaçları kendilerine zevk veren şeyleri yapmaktır. Hâlbuki insan hem melek hem de şeytan tabiatı üzerine yaratılmış olup, şehvetine tabi oldukça hayvanlara, aklına tabi oldukça meleklere yaklaşır. Bu sebeple gönül huzuru için Allah Teâla’nın emirleri muvacehesinde şehvet ve öfkeden uzak durmak gerekir. Başka bir deyişle insan olmak demek, şehvet ve öfkeyi kontrol etmek demektir.

HİDDET, ÖFKE PADİŞAHLARA PADİŞAHTIR

Bu durumda öfke ve şehveti ancak hayvanları kontrol edemez, onlar fıtratları gereği kendilerine zıt gördükleri her şeye saldırırlar, hâlbuki insan şehvet ve öfkesini yeri geldiğinde kullanır ve onlara esir olmaz. Şahsi meselelerde nefsi adına intikam almaz. Bu konuda sufilerin en güzel örneği Mesnevi’de de hikâyesi geçen Hz. Ali Efendimiz’in yüzüne tüküren kâfiri affetmesi ve işe nefis karıştığı için boynunu vurmama hadisesidir. Mevlana Hz. Ali Efendimizi konuşturarak şöyle hikâye eder bu vakayı:

Hiddet, öfke padişahlara padişahtır. Fakat bizim kölemizdir. Ben öfkenin ağzına gem vurmuşumdur. Hilmimin kılıcı, hiddetimin boynunu vurmuştur da, bu yüzden Hakk’ın hışmı, bana rahmet ve rahat olmuştur. Savaşırken, yüzüme tükürdüğün için nefsanî bir benliğe, öfkeye kapı­lırım diye kılıcı gizlemeyi daha doğru buldum.

Sufilere göre gönül darlığının en başta gelen sebebi insanların ruh ve kalb dünyalarını ihmal ederek sadece nefislerini düşünmeleri, zevk ve sefa dolu bir hayat yaşamaya yönelmeleridir. Nefis her istediğini yapmaya alışınca ve her dediği yapılınca mutlu olmaz, aksine odunun ateşi artırdığı gibi bunlar nefsin şehvet ateşini artırır, bu ateşin dumanı da gönlü karartır ve daraltır.

Bu sebeple gönüllerdeki dumanını azaltmak için önce ateşi söndürmeye ve ona odun atmamaya çalışmak gerekir. Nefis her istediği yapıldıkça tanrılık hevesine kapılır. Kendisini övmeyen ve sevmeyenlere karşı gazaplanır, kendi mevhum varlığını her şeyden üstün görünce hiçbir eleştiriyi kabul etmez bir hale gelir. Bu sebeple sufiler nefsin öldürülmesi yani sıkı kontrol altına alınmasını zaruri görürler.

Aklını başına al da, o kötü nefsi öldür. Çünkü o kötü nefs yüzünden, her an bir aziz varlığa kast ediyorsun. Onun yüzünden bu güzelim dünya sana dar geliyor. Onun yüzünden Hakk ile de, halk ile de savaşıyorsun.

NEFSİNİ ÖLDÜRENİN DÜŞMANI OLMAZ!

Nefsini öldürür, (onun isteklerini hiçe sayar) onun sözünü dinlemezsen, yaptığın hatalardan dolayı şundan, bundan özür dilemekten kur­tulursun. Yaşadığın memlekette hiç bir düşman kalmaz. (c. II, 783-85)

Sufilere göre nefsi öldürmenin bir marifet bir de amel boyutu vardır. Marifet boyutu bizi öfkelendiren, içimizi negatif duygularla dolduran “ben”in gerçek benimiz olmadığının, bize dost görünen ama aslında bizi helake uğraşan bir varlık olduğunun farkına varmaktır. Sufi nefsin gerçek düşman olduğunu bir kere öğrendi mi bir daha onun fısıldamalarına kulak vermez. Hâlbuki bugün nice Müslümanlar içlerindeki nefs-i emmarenin gerçekten kendileri oldukları vehmine kapılmakta ve böylece onun her tür kötü emirlerini severek yerine getirmektedirler.

İkinci olarak sufiler zikir nuru ile kalpteki nefis ateşinin narını söndürmektedirler. Kamil bir mürşidin dilinden alınan zikir ve evradın nuru kalpteki bütün kötü duyguları hatta gazap ateşini bile yakar. Bu konuda onlar şu hadisi şerifi kendilerine rehber bilirler. Ehl-i zikr ve muhabbetli kimseler, Sırattan geçerken cehennem ateşi lisana gelip:

“Ey mümin! Çabuk geç; zira senin nurun benim ateşimi söndürüyor.” diyecektir. (Câmiü’s-sağîr) Zikir fikir, murakabe ve tefekkür ile sufinin kalbi o kadar genişler ki artık o kendisine yapılan ve sadece şahsını ilgilendiren kötülüklere cevap vermez. Onun gönül aynası kulların yaptıkları işler ile buğulanmaz. Bu mertebeyi yakalamanın zorluğuna dikkat çeken Yunus Emre de gönül huzuruna erememiş ham sufilere şöyle hitap eder:

Dövene elsiz gerek,

Sövene dilsiz gerek,

Sen derviş olmazsın,

Derviş gönülsüz gerek

Derya gönüllü olmak bazılarının zannettiği gibi sadece insanın şahsi nezaketini ilgilendiren bir mesele değildir. İmam Rabbani Hazretleri de mektubatında sıkça ifade ettiği üzere bu, insanın ahiretini de yakından ilgilendirir. 98. mektubunda yer verdiği şu hadisler cennete katı kalplilerin giremeyeceğini bildirmesi açısından son derece önemlidir:

“Dikkat edin, Cehennem’e girmesi harâm olan ve Cehennem’in de onu yakması harâm olan kimseyi bildiriyorum. Bu kimse sâde, insanlara kolaylık gösteren, sıcakkanlı ve yumuşak huylu kişidir” (Ahmed, Müsned, nr. 3938). “Mü’minler, burnuna yuları takılmış deve gibi sâkin ve yumuşak huyludur. Bir yere bağlanırsa sâkince durur, bir kaya üzerine çökmesi istense çöker” (Deylemî, el-Firdevs, nr. 6583) (Mektubat, c. I, 98. Mektup)

Netice olarak Allah için yapılan zikir, fikir ve murakabeler insanın hava, su, toprak ve ateşten oluşan dört ana unsurunu temizler. Ortaya gönlü temiz ve geniş insanlar ortaya çıkar, onlar Hakkın kaza ve kaderine, kulların sıkıntılarına karşı son derece engin gönüllü olurlar. Yüce Rabbimizden niyazımız bizleri bu tür kulların arasına katması, bizlere gönül ferahlığı ihsan etmesidir.

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Şubat 2015, 348. Sayı