Nesil Yetiştiren Hocalar

İLİM

Büyük ruhlar büyük düşünür. Başkasının izzet-i nefsi rencide olmasın diye kendi nefsini hizmete tahsis etmek, kimbilir Rabbin katında ne izzetlerin müsebbibi olacaktır.

Türkiye’de İmam-Hatip neslinin kurucu müdürü Celâl Hoca bir toplantıda konuşuyor:

“Efendiler! Bu dâvâyı nereden omuzlarımıza aldık, hangi noktaya getirdik, mukayese imkânı vermek için hizmetinde bulunduğumuz müesseseye ait başımdan geçen bir hatırayı bir ibret dersi olmak üzere açıklıyorum:

1948’de açılmasına karar verilen İstanbul İmam-Hatip Kursuna müdür tâyin edildim. Okul binası vermediler. Emir ve idaresi Maarif’e ait olmasına rağmen vekâlettekiler kendi mektebine bina bulmadılar. Sadece “Binayı siz bulun açın” dediler. İstanbul’da bina aradık bulamadık. Çünkü Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Türkiye’de din tedrisatı ve din görevlisi yetiştirme işi, esasen vazifesi olduğu halde bu kanunî mesûliyetini çeyrek asır yerine getirmeyen, bu işin üstüne yatan Maarif Vekâleti’nin, din tedrisatına tahsis edeceği bir binası yoktur.

İMAM HATİP MEKTEPLERİNİN ZORLU AÇILIŞ HATIRALARI

Hilâfetin merkezi Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti, asırlar boyu ulemâ ve fuzalâyı içinde barındıran, el’an ecdâdımızm bin türlü vakıf ve hayır müesseselerini sinesinde yaşatan İstanbul’da, devletin İmam-Hatip Mektebi’ne tahsis edeceği bir bina bulamadık.

Nihayet bin bir müşkilâtla, Aksaray’da Küçük Langa’da bulunan, 1791 ve III. Selim devrinde ilk mektep olarak inşâ edilen vakıflara ait binayı temin ettik. Bu defa, sıra ve sandalye lâzım. Maarif Vekâleti tahsisat yok diyor, vermiyor. Mektep mektep dolaşarak bir miktar eski sıra ve sandalye temin ettim. Bu da yetişmedi, mütebakisini kendi paramla yaptırdım ve imkân nispetinde okul hâline getirdik.

Burası bir salonla küçük bir odadan ibarettir. İki yüz seksen talebeyi bir sınıf olarak bu salona sığdırdık, sıkıştırdık. Tedrisat başladı. Okulun umûmî temizliği ve ayak hizmetleri için hademe ve odacılar lâzım. Maariften tahsisat istiyoruz, buz gibi cevap veriliyor:

“Kadro mevcut değil, tahsisat yok!” Maarif tahsisat vermiyor. Hademe tutamıyoruz. Mektebin temizliği ne olacak? Hergün temizlik yapılmazsa, 280 öğrenci ve onlarca öğretmenin kullandığı helâ ve musluklar pek tabii ki kirlenip pislenecektir. Maarifin kulakları, bizim tahsisat taleplerimize karşı tıkalıdır, vicdanları paslıdır. Sanki kalpleri taştan daha katıdır ve bu sebeple hademe için tahsisatları yoktur.

Talebeler gözümüzün nûru, dinimizin yarınki hâdimleri. Onların izzet-i nefsini kıramam! Haysiyet duygularını zedeleyemem! İnkisar-ı hayâle uğratamam! Hâlet-i rûhiyelerini altüst edemem! Çünkü talebelerime bu yaşta, bu çağda böyle bir iş yaptırırsam, onların izzet-i nefsiyle oynamış olur, cemiyete ve insanlara karşı küskün ve kırgın yetişmelerine sebebiyet vermiş olurum. Bunu yapamam! Esasen bu gibi işler, insan tabiatına girân gelir. Kendi nefsimin hoşlanmadığı bu işi talebelerime hiç yaptıramazdım. Nihayet iş başa düştü. Bu sebeple mektebin helâlarını ve musluklarını günlerce bu mektebin müdürü olan bu fakir temizlemiştir. Bugünkü hâlimize şükredelim.”[1]

NEGATİF TELKİNLER GENÇLERİ KÖTÜ ETKİLER

Hazreti Mevlânâ buyurur: “Allah için sen bir adım at da boşa giderse ben gâvur olayım.”

Çocuk ve gençlerin yetişme çağında onurlarını rencide etmemek, istikbalde büyük adam olmaları için son derece mühim bir husustur. Sözlü ve sözsüz negatif telkinler, çınar istidadı bulunan gençleri bodur bırakabilecektir. Bu itibarla söz, beden ve hal dili olarak yürekleri incitecek her çeşit iletişim şeklinden uzak durmak, özellikle eğitimcilerin, anne-babaların ve yöneticilerin dikkat etmesi gereken bir konudur.

[1] Hüseyin Yorulmaz, Bir Neslin Öncüsü Celâl Hoca, s. 260-261.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Medeniyet Öncülerimizden 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları