Nesfânî ve Rûhânî Tefekkürün Yansımaları

TEFEKKÜR

İnsanoğlu, tefekkürünü doğru kullandığında rûhen yücelerek meleklerden üstün bir mertebeye nâil olur. Fakat nefsine mağlûp olup bu vasfı zâyî ederse, o zaman diğer mahlûkattan farkı kalmaz. Âyet-i kerîmedeki; “…Onlar hayvanlar gibidir, hattâ yolca daha da sapıktırlar.” (el-Furkân, 44) hitâbının muhtevâsına girer.

Mevlânâ Hazretleri, rûhânî tefekkürden uzak gâfillerin düştükleri şaşkınlık hâlini şu teşbihle îzah eder:

“Öküzün biri, Bağdad’a gelir ve şehri bir baştan öbür başa kadar dolaşır. (Pek çok medeniyete ev sahipliği yapan, ortasından şırıl şırıl akan Dicle Nehri’yle ilâhî sanatın müstesnâ bir sergisi olan) Bağdad şehrinde hoşlanılacak nîmetler olarak yalnızca kavun ve karpuz ka­buklarını görür… Zaten öküzle eşeğin seyrine lâyık olan şey; ya yola dökülüp saçılan saman­dır, yahut yolların kenarında biten çayır çimendir!”

Ârif bir zât ne güzel söyler:

“Bu cihan, âkiller için seyr-i bedâyî (akıl sahipleri için sır, hikmet ve sanat-ı ilâhiyeyi kalben seyredebilmek), ahmaklar içinse yemek ile şehvettir.”

İNSANIN İÇİNDEKİ DÜŞMAN

Tefekkür nîmetini nefsânî arzulara râm edip rûhânî tefekkürden uzak kalmak; kalbi kör ve sağır hâle getirip ilâhî hakîkatlere karşı duyarsızlaştırır. İçinde yaşadıkları ilâhî imtihan dershânesinde alık ve abus bir çehreyle dolaşanların dünyada gâfilce oynadıkları körebe oyunu, âhirette ebedî bir körlüğe dönüşecektir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

“Bu dünyada (gaflete dalmak sebebiyle) kalbi kör olan (yani ilâhî hakîkatlerin uzağında kalan), âhirette de kör ve daha şaşkındır.” (el-İsrâ, 72)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 2, Erkam Yayınları, 2012