Namaz Gözlerinin Nuruydu

Namaz

Asr-ı Saâdet mü’minleri, namazlarını edâ ederken “Cenâb-ı Hak ile vuslat” heyecanı yaşarlardı. Namazlarını, dünyaya vedâ etmek üzere olan kişinin son namazıymış gibi büyük bir hasret ve huşû ile îfâ ederlerdi.[1] 

NAMAZIN ULAŞTIRDIĞI DERECELER

Sa’d bin Ebî Vakkas -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“İki kardeş vardı. Bunlardan biri diğerinden kırk gün evvel vefat etti. Peygamber Efendimiz’in yanında, daha önce vefat eden kardeşin faziletinden bahsedildi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Diğeri müslüman değil miydi?» diye sordu.

«–Evet, ey Allâh’ın Rasûlü, o da müslümandı.» dediler. O zaman Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sonradan vefat eden kardeş için:

«–Kıldığı namazın ona ne dereceler kazandırdığını siz nereden bileceksiniz? Namaz, sizden birinin kapısının önünde akan ve her gün içine beş defa girip yıkandığı, suyu bol ve tatlı bir nehre benzer. Ne dersiniz, bu durum onda hiç kir bırakır mı? Siz, namazın onu hangi derecelere ulaştırdığını bilemezsiniz!» buyurdu.” (Muvatta’, Kasru’s-Salât, 91)

NAMAZDA HUŞUSUNU BOZDU DİYE BAHÇESİNİ VERDİ

Ebû Talha -radıyallâhu anh- bahçesinde ağaçların altında namaz kılıyordu. Dübsi denilen bir kuş, bahçeden dışarı çıkmak isteyerek uçtu, çıkacak yer bulmak için sağa sola gidip geldi. Bu durum, Ebû Talha’nın hoşuna gitti ve bir an gözleriyle onu izlemeye daldı. Sonra namazına döndü, fakat kaç rekât kıldığını şaşırdı. Bunun üzerine; “Şu malım fitneye sebep oldu, huşû hâlimi bozdu!” diyerek Allah Rasûlü’ne gitti. Bahçede başına gelen hâdiseyi anlattı ve:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bu malım Allah için sadakadır, istediğiniz gibi kullanır, istediğiniz yere verebilirsiniz.” dedi. (Muvatta’, Salât, 69)

HAZRET-İ ÖMER'İN EN MÜHİM İŞİ NAMAZ

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, vâlilerine şöyle yazmıştır:

“Benim katımda en mühim işiniz namazdır. Kim onu ahkâmına riâyet ederek güzelce kılar ve vakitlerine dikkat ederse, dînini korumuş olur. Kim de namazı ihmal edip yitirirse, dînin diğer emirlerini daha çok ihmal eder.” (Muvatta’, Vukûtu’s-Salât, 6)

Misver bin Mahreme -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“(Hançerlendiği zaman) Ömer bin Hattâb’ın yanına gittim. Üstüne bir örtü örtmüşler, kendinden geçmiş vaziyette yatıyordu.

Yanında bulunan kişilere:

«–Durumu nasıl?» diye sordum.

«–Gördüğün gibi…» dediler.

«–Namaza çağırın! Onu namazdan başka hiçbir şeyle korkutup uyandıramazsınız!» dedim.

Bunun üzerine:

«–Ey Mü’minlerin Emîri, namaz!» dediler.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- hemen:

«–Evet, vallâhi namazı terk edenin İslâm’dan nasîbi yoktur!» diyerek ayağa kalktı ve namaza durdu.” (Heysemî, I, 295. Ayrıca bkz. Muvatta’, Tahâret, 51; İbn-i Sa’d, III, 35)

HER ŞEYE SENİN NAMAZINA BAĞLIDIR

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- da memurlarından birine:

“Her şey, senin namazına bağlıdır.” buyurmuştur.[2]

Alâ bin Abdurrahman şu hâdiseyi nakleder:

Bir gün öğleden sonra Enes bin Mâlik’in yanına gitmiştik. Enes -radıyallâhu anh-, biz varınca hemen kalkarak ikindi namazını kıldı. Kendisine namazı erken kıldığını söyledik. O da niçin böyle yaptığını anlatarak dedi ki:

“Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

«O münâfıkların (yani kalplerinde nifak alâmeti olan kişilerin) namazıdır! O münâfıkların namazıdır! O münâfıkların namazıdır! Onlardan biri oturur, oturur, tam güneş sararıp batmaya yüz tutunca ve şeytanın iki boynuzu arasına girince kalkar, kuşun yem toplaması gibi hızlıca dört defa yatıp kalkar, namazda da Allâh’ı pek az zikreder.»” (Muvatta’, Kur’ân-ı Kerîm, 46; Müslim, Mesâcid, 195)

"TÂDİL-İ ERKAN"A SON DERECE RİAYET ETMELİ

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in îkazları sebebiyle ashâb-ı kirâm namazda tâdil-i erkâna son derece riâyet ederlerdi. Bir gün Huzeyfe -radıyallâhu anh- mescide girdiğinde, bir kişinin namaz kıldığını, ancak rükû ve secdeleri tam yapmadığını görmüştü. Namazdan sonra ona:

“–Kaç senedir böyle namaz kılıyorsun?” diye sordu.

O şahıs:

“–Kırk senedir.” dedi.

Huzeyfe -radıyallâhu anh-:

“–Sen kırk senedir namaz kılmamışsın. Bu şekilde namaz kılmaya devam ederken ölecek olursan, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yaratıldığından başka bir fıtrat üzere ölürsün (veya fıtrat-ı Muhammediyye üzere ölmezsin).” dedi ve ona namazı nasıl kılacağını öğretti. Sonra da:

“–Kişi namazını hafif kılabilir, ancak rükû ve secdelerini tam yapmak (yani tâdil-i erkâna riâyet etmek) şartıyla!” dedi. (Ahmed, V, 384; Buhârî, Ezân 119, 132, Salât 26)


[1] Bkz. İbn-i Mâce, Zühd, 15; Ahmed, V, 412.

[2] Abdülaziz Çaviş, Anglikan Kilisesine Cevap, s. 96.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları