Müslümanın Gelecek Endişesi

TEFEKKÜR

Hakîkate nazar eden akıllı kişilerin, «istikbâl» kelimesinden en büyük maksadın, ebedî olan ve herkesin kendi başına hesap vereceği âhiret hayatı olduğunu basit bir mütâlâa ile kabûl edeceği açıktır.

Hakîkî istikbâlin ebedî hayat, yani âhiret olduğuna dikkat çeken Es‘ad Erbili Hazretleri şöyle buyurur:

“Akıl ve irfânıyla diğer mahlûkattan ayrılan insanlar arasında bir fert var mıdır ki, ikbâl sahibi olmayı arzu etmesin, istikbâlini temine gayret etmesin? Elbette yoktur. Fakat gerçek istikbâli idrâk edemeyenler, yani ilk adımı kabre olan âhiret yolculuğunu göz önüne almayanlar da şüphesiz çoktur. Bu gibi din kardeşlerimden istirhâmım şudur:

1- En fazla yaş hudûdu yüz seneyi bile geçmeyen dünya hayatı ile sonsuzluğu tasavvur olunamayan âhiret hayatını karşılaştırarak ehemmiyet derecelerini mukayese buyursunlar!

2- Dünya huzurunun ve cismânî ihtiyaçların, ancak can ve malı cömertçe bezlederek temin edildiği nasıl herkes tarafından kabûl edilmiş bir hakîkat ise, aynı şekilde:

«Allah Teâlâ, mü’minlerden canlarını ve mallarını cennet mukâbilinde satın almıştır...» (et-Tevbe, 111) âyet-i kerîmesi gibi kat’î delillerle sâbit olduğu üzere, uhrevî saâdet ve ebedî selâmete de yüce şerîat ve tarîkat ölçülerine îtinâ ile uyup, can ve mallara âit bütün emir ve tekliflerine kulak vermekle erilebileceğini düşünsünler!

3- Yalnız ehl-i îmâna hitâben şeref-sâdır olan:

«Ey mü’min kullarım! Siz (Yüce Yaratıcı’nızın emir ve nehiylerine itaat ederek) kendinizi ve (güzel bir terbiye vermek sûretiyle) âilenizi cehennem azâbından kurtarınız!..» (et-Tahrîm, 6) âyet-i kerîmesinin ehemmiyetini tasvir ve o sûrette hareket tarzlarını takdir eylesinler!

GELECEĞİ GARANTİYE ALMAK

Şüphesiz Alîm ve Hakîm olan Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’inde aslâ fazla bir ifâde yoktur. O, kat’iyyen lüzûmu olmayan bir emri vermez. Herkes bilir ki, edebiyat ile meşhur ve ilim-irfan sahibi kişilerden bile lüzumsuz bir konuşmanın sâdır olacağına ihtimâl verilmez.

Cenâb-ı Hak, şiddetli kış gelmeden önce kömürün lüzûmunu hisseden dünya aklını vermiş olduğu gibi, kabrin karanlığını görmeden evvel onu nurlandırmanın lüzûmunu anlayıp idrâk edecek bir âhiret aklını da cümlemize ihsan buyursun! Ölümden sonraki faydasız pişmanlıklardan muhâfaza eylesin! Âmîn!”[1]

“Kemâl sahipleri arasında kullanılan «te’min-i istikbâl: geleceği garantiye almak» sözü, fânî dünyada sınırlı olan hayatımızın ikmâline yarayan şeylere âit olmasa gerektir. İleri görüşlü ve hakîkate nazar eden akıllı kişilerin, «istikbâl» kelimesinden en büyük maksadın, ebedî olan ve herkesin kendi başına hesap vereceği âhiret hayatı olduğunu basit bir mütâlâa ile kabûl edeceği açıktır.

GÜZEL BİR GELECEK İÇİN ZİKİR VE TEFEKKÜR

Binâenaleyh hayat sermâyemizden kaybettiğimiz zamanlar içinde teessüf edilecek bir saniye varsa, o da istikbâl te’minine medâr olan zikir ve tefekkürden uzak geçen demlerdir. Cenâb-ı Hak, zât-ı âlînizi -şu fakir bendenizle beraber- vakitlerini gafletle zâyî edip bilâhare pişmanlık duyan kullarından eylemesin! “Kulum Ben’i zikrettiğinde Ben onunla beraberim” (Buhârî, Tevhîd, 15) hadîs-i kudsîsine mazhar olan sâdık kullarının arasına dâhil buyursun! Âmîn!”[2]

“Bütün mülk ve melekûtun sahibi olan Allah Teâlâ, kıyâmet günü kullarını hesâba çekerken:

«–Ey kulum! Senin hayatın ve ölümün, yükselmen ve düşmen, genişlik ve sıkıntın, sıhhat ve âfiyetin, elhâsıl her nefesin Ben’im kudret elimde olduğu hâlde yasaklamış olduğum bir fiili ne cesaretle işledin? Saâdetinin düşmanı olan mel’un şeytana hangi akılla itaat edebildin?! Ey kulum! Beni, görmez, bilmez mi zannettin? Yahut kendin gibi âciz bir kula karşı lüzumlu gördüğün hayâ ve hürmeti, Bana karşı lüzumsuz mu sandın?» buyurursa acaba ne cevap vereceğiz? Hangi feylesofun aşırı zekâsından, hangi avukatın engin bilgisinden istifâde edeceğiz? Eyvâh, yazık!”[3]

Es‘ad Efendi Hazretleri bir mektubunda şu mânâya gelen bir şiiri nakleder:

“Senin bu âlemdeki sermâyen sadece bir kefendir! Onu da ya götürürsün ya götüremezsin, endişeliyim!”[4]

DİPNOTLAR

[1] M. Es‘ad Efendi, a.g.e, s. 6-7, no: 2.

[2] M. Es‘ad Efendi, a.g.e, s. 55, no: 27.

[3] M. Es‘ad Efendi, a.g.e, s. 64-65, no: 36.

[4] M. Es‘ad Efendi, a.g.e, s. 61, no: 33.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları