Müminlerin Asıl Yurdu Cennettir

İMAN

“(İnsanlar) kıyâmeti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar…” (en-Nâziât, 46) ilâhî beyânına muhataptır. Dolayısıyla bütün vazifemiz; bir akşam vakti yahut bir kuşluk zamanı kadar kulluk, ibadet ve tâat…

Şüphesiz ki Hazret-i Mevlânâ, Yûnus Emre, Aziz Mahmud Hüdâyî gibi nice Hak dostu gönül erbâbının dünyadaki huzûrlu hayâtı, kabir âlemlerinde de devâm etmektedir. Aşağıdaki şu mısrâlar, âdeta böyle bir huzuru terennüm etmektedir:

Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde,

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter...

Ve serin selviler altında yatan kabrinde,

Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter...

Yahya Kemâl

Ölümü bu güzellikte karşılayabilmek için benlik ve ihtiraslardan kurtularak ilâhî emirler doğrultusunda bir hayat yaşamak ve son nefese hazırlıklı olmak gerekir. Rabbimiz âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor:

“Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” (el-Hicr, 99)

İşte bütün Hak dostlarının hayatlarını hulâsa eden düstur!..

Her ârif ve âşık gönül, Hakk’ın kendilerine emânet ettiği hayâtı dâimâ sırât-ı müstakim üzere bir kulluk ve ibâdet ile tezyîn ederek Rabbine bir kulluk bedeli olan “kalb-i selîm” götürmenin gayreti içinde olmuşlardır. Yâni Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in son nefeste: “Refîk-ı âlâ, refîk-ı âlâ / en yüce dosta, en yüce dosta...” diye terennüm ettiği kulluk tezâhürünün, onun izinden giden âriflerde de tecellîsi devâm edegelmiştir.

Nitekim bu Hak dostlarından, bütün ömrünü Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünneti üzere yaşamaya gayret etmiş olan Sâmî Efendi –kuddise sirruh-’un son nefesteki hâli de bizler için ne güzel bir nümûnedir. Sâmî Efendi ki, gönlü Peygamber aşkıyla dolu bir Hak dostu idi. Nasıl bir kimse karda gider de onun ardında izler oluşur; sonra gelen de o izler üzerine yolunu bulur; işte Sâmî Efendi de Peygamber Efendimiz’in izlerini tıpkı böyle takip ederek ömür sürmüştü. Bunun tezahürü olarak da son nefesini, hayâtı boyunca izini tâkip etme aşk ve heyecânında olduğu Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in civârında ve teheccüd ezânı okunduğu esnâda teslîm etmek nasip oldu. O son demde yanında bulunanlar lisânından çıkan lafızların sadece:

“Allâh, Allâh, Allâh!..” olduğunu işitiyorlardı.

Aslında yalnız dili değil, bütün hücreleriyle beraber cesedi de rûhu da dâimâ “Allâh” diyordu...

Hâsılı bütün iş, güzel bir kul olarak yaşamak ve güzel bir kul olarak can verebilmektir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın arzu ettiği, Hazret-i Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayâtından hisse alan, zarîf, derin, ince, rakîk ve hassas bir kul olabilmektir. Rabbin; «Ne güzel kul!» iltifâtına mazhar olabilmek, ancak Hakk’a gönül verebilmenin sevdâsına düşebilme netîcesindedir. Bu ilâhî muhabbet ile rûhâniyetin galebe hâlinde olabilmesi; gönlün kirden-pastan temizlenebilmesi iledir ki, o gönülde Hak güneşinin nûru parlasın... Bu hâlin netîcesinde de -inşâallâh- aldığımız her nefes, son nefese hazırlık mâhiyetinde olacaktır.

Diğer taraftan, bütün mânevî kayıp ve zararlar, Allâh’ı unutmanın neticesindedir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! İşte onlar fâsık olanlardır.” (el-Haşr, 19)

Hakîkaten, bütün günahlar, Allâh’ı unuttuğumuz zaman devreye girmeye başlar. Zîrâ bir kul, “Allâh” derken ve ölüm gerçeğinin farkında iken ibâdet ve davranışlarına îtinâ gösterir, bir gönlü incitmemenin hassâsiyeti içinde yaşar. Yâni hiçbir kimseye ne dili ile ne de davranışları ile bir diken batıramaz... Bu nezâketi Yûnus Emre Hazretleri ne güzel ifâde eder:

Gönül Çalab’ın tahtı

Çalab gönüle baktı

İki cihan bedbahtı

Kim gönül yıkar ise

Cenâb-ı Hak, hayâtımızın hazin bir âkıbete dûçâr olmaması için nefeslerimizin ve kalb atışlarımızın ne şekilde olması gerektiğine dâir Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok îkâzlarda bulunur. Bu bakımdan bütün mesele:

“Ey îmân edenler! Allâh’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve Müslüman olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102)  âyet-i kerîmesinin muhtevâsında yaşayabilmektir. Aksi takdirde şu fânî âlemde ömür uzun olmuş, kısa olmuş, hiçbir şey ifâde etmez. Netîcede bütün ömürler:

(İnsanlar) kıyâmeti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar...” (en-Nâziât, 46) ilâhî beyânının tecellîsine muhataptır.

Dolayısıyla bütün yapacağımız, bir akşam vakti yahut bir kuşluk vakti kadar kulluk, ibâdet ve tâat... Bu hususta Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin şu nasihati ne büyük bir îkâzdır:

“Dünyanın bir saati, kıyâmetin bin senesinden daha kıymetlidir. Zîrâ orada kurtuluşa kavuşturacak bir amel yapılamaz.”

Yâ Rabbi! Son nefesimizi Cemâl-i İlâhî’ne kavuşma aşk ve iştiyâkıyla verebilmeye medâr olacak feyizli bir ömür yaşamayı cümlemize nasîb eyle!

Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Gönül Bahçesinden Son Nefes,  Erkam Yayınları