Muhammed Mâsûm Hazretlerinin Hikmetli Sözleri

TEFEKKÜR

Muhammed Mâsûm Sirhindi Hazretlerinin hikmetli sözlerinden bazılarını sizler için derledik.

“Şevk, büyük bir nîmettir. İşin esâsı, şevk ve muhabbettir. Terakkî ve Allâh’a yaklaşmak ona bağlıdır.”[1]

“Cenâb-ı Hak seni, dünyada yiyip içmek, uyumak ve zevk u safâ içinde yaşamak için yaratmadı. Asıl yaşama ve nîmetlerden istifâde etme yeri âhirettir. Sen asıl; tâat, kulluk ve kendini tanıman için yaratıldın!”[2]

“Cenâb-ı Hak bütün âlemlerden müstağnî iken insanları kendisine dâvet etmiş, ilâhî vuslata rehberlik etmiş ve kereminin çokluğundan, bu yolu kullarına açmıştır. Dâvet ve rehber varken Cemâl-i İlâhî’den uzak ve perdeli kalır, nefs ve hevânın bağından kurtulamazsak ne kadar yazık, ne kadar eyvah bize!”[3]

“Hakîkî sahibimiz olan Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine boyun eğip itaat etmenin lezzeti, haramların lezzetinden daha fazladır. Bütün nîmetleri lûtfeden Mevlâmızın, bir kişiden ve onun amelinden râzı olması öyle büyük bir nîmettir ki, ona hiçbir nîmet denk olamaz. Aynı şekilde, Rabbimizin rızâsından uzak düşmenin elemine denk bir elem de yoktur.”[4]

“Kişinin, nefsânî arzularını tatmin etmek istemesi, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını terk etmesi demektir.”[5]

Attâr-ı Şiblî Hazretleri kırk sene gözyaşı döktü ve başını kaldırıp semâya bakamadı. Niçin ağladığını sordular:

«–Kabir korkusundan ve kıyâmetin heybetinden ağlıyorum!» dedi. Semâya niçin bakamadığını sordular:

«–Günahlarımdan hayâ ediyorum. Çok günah işledim ve meclislerde çok gülüp kahkaha attım. Bundan utanıp semâya bakamıyorum!» dedi.”[6]

“Ömür birkaç gündür, ama ebedî mülk onunla elde edilir. O hâlde, kıymetli kardeşlerim ömürlerini beyhûde harcamasınlar!”[7]

“Hiçbir edep mahrûmu, Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olamamıştır.”[8]

“Fânî nîmet ve lezzetlerin zararından kurtulabilmek, onları Allah Teâlâ’nın emir ve nehiyleri istikâmetinde kullanmaya bağlıdır. İlâhî hükümlere boyun eğilmezse, bu lezzetler zararlı olur, mûteber sayılmaz, semeresi de ilâhî gazap ve cezâdır. Hakîkî kurtuluş, bu fânî lezzetlere dalmaktan mümkün mertebe uzak durmaktır.”[9]

“İnsanoğlu malının az olmasından hoşlanmaz. Hâlbuki malın azlığı, hesâbın kısa ve kolay olmasını sağlar.”[10]

“Hak Teâlâ, uhrevî kurtuluşun esâsını, kat’î vahiyle sâbit olan şerîate bağlamıştır. Kendisine yaklaşmayı ise Sünnet-i Seniyye’ye uymaya bağlamıştır. «De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana tâbî olun…» (Âl-i İmrân, 31) âyet-i kerîmesi bunu ifâde etmektedir.”[11]

“Bütün amel-i sâlihleri ve hayır işlerini yapmaya gayret etmek lâzımdır. Dedikodu ile hiçbir yol açılmaz.”[12]

“Mânevî hâllere ve vecdlere nâil olmak için uğraşan kişi, mâsivânın esiri olmuş demektir.”[13]

“Nefs-i mutmainne makâmına gelinceye kadar insan İslâm’ın ancak sûretini yaşayabilir. Meselâ namaz kıldığında ve oruç tuttuğunda, ancak bunların zâhirlerini ve sûretlerini yapmış olur. Nefs-i mutmainne seviyesine geldiğinde ise, dînin hakîkatine yükselir ve îman, namaz, oruç, hac, zekât ve diğer emirlerin hakîkatini yaşamaya başlar.”[14]

Ahmed Mukrî Hazretleri şöyle buyurur: «Az konuşmaya riâyet edin, çok uyumayı ve çok gülmeyi de terk edin! Zira bunlar kalbi öldürür.»”[15]

“Dünya hayatı, his ve hareketten ibârettir. Kabirdeki berzah hayatı ise sadece histir, orada hareket yoktur. Allah Teâlâ, Hâkim-i Mutlak’tır, her yere muvâfık ve münâsip hareket bahşetmiştir. Kabir hayatında mutlakâ his lâzımdır. Zira elem ve lezzet için his şarttır. Harekete ise hiç lüzum yoktur. Lâkin dünya ve âhiret hayatı böyle değildir, onlarda ikisi de lâzımdır.”[16]

“Ruhlar âlemi ve berzah ile alâkalı hususlar çok nâziktir. O mevzularda zan ve tahmin ile konuşmaya cür’et etmemelidir. Naslarla sâbit olanlara icmâlen îmân edip tafsîlâtını Allâh’ın ilmine havâle etmelidir. Kabirde nîmet ve azap olduğuna îmân ederiz, tafsîlâta girmeyiz, zira bizden böyle bir şey istenmiyor.”[17]

DİPNOTLAR

[1] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, III, 66, no: 119.

[2] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, III, 32, no: 45.

[3] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, III, 103, no: 191.

[4] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 152, no: 211.

[5] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, III, 45, no: 67.

[6] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 19, no: 18.

[7] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 46, no: 38.

[8] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 137, no: 182.

[9] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 51, no: 49.

[10] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 48, no: 42.

[11] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 58, no: 57.

[12] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 85, no: 99.

[13] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 103, no: 128.

[14] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 141, no: 186.

[15] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, II, 81, no: 110.

[16] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 44, no: 34.

[17] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 136, no: 182.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları