Modern Toplumun En Büyük Manevi Hastalığı
Modern toplumda kibir neden bu kadar yaygın hale geldi? Peki, iç dünyamızda büyüklük duygusuna kapılmak bizi nasıl etkiliyor? İç dünyamız ve Rabbimiz arasındaki dengeyi nasıl koruyabiliriz?
“Kibir en sevdiğim günahtır” cümlesini hatırlarsınız. Bir filmde şeytan rolünü canlandıran ünlü bir oyuncunun seslendirdiği replik, kibrin kaynağını net bir şekilde ortaya koyuyor. İnsanoğlu nefsiyle birlikte şeytanın yardımıyla küstahlaşıyor, Zat-ı Uluhiyet’e mahsus büyüklüğü, kibir unvanıyla Rabbiyle paylaşmaya kalkışıyor. O da “Dünyada büyüklük taslayanlara, ayet ve işaretlerimi doğru okuyup doğru anlama imkânı vermem.” (Araf, 146) ilahi fermanıyla onları korkunç mahrumiyete mahkûm ediyor. “İnsanın kalbinde ne kadar kibir varsa aklında o kadar noksanlık vardır.” (Hz. Ali)
MODERN TOPLUMUN ZEHRİ
Günümüzdeki modern dünyanın hayat tarzı şeytana yardım edercesine insanı kibre yaklaştırıyor. Görsel ve yazılı medyanın desteğiyle popüler kültür insandaki kendini beğenmişlik girdabını her gün daha içinden çıkılmaz hale getiriyor. Çünkü insan öz değerlerinden, inancından, ahlakından hızla uzaklaşıyor. Beraberinde benlikle ilgili problemleri getiriyor. Bu helezona kapılanlara baktığımızda genel olarak inanç ve ahlaki konularda zayıflıklar, bozulmalar görülüyor. Bu kişiler belli zaman sonra “Benmerkezci” oluyorlar.
Şehirleşmenin artmasıyla değişmeye başlayan mimari yapılarımız da büyüklük duygularını körükleyen çok etkili dış etkenlerden sadece biri. Bir zamanlar şehirlerimizin en büyük yapıları olan ibadethanelerin yerini şimdi alışveriş merkezleri aldı. Günümüz insanı iç yolculuğundan vaz geçip dış âlemine, tüketim odaklı dünyaya yöneldi. Reklamlar, kitle iletişim araçları özellikle insanın bu zaafına hitap ediyor. İnsanlar, sunulan tüketim ürünleriyle ruhlarını doyurmaya çalışıyorlar. Fıtrata uygun olmayan bu durumu istatistik bilgileri doğruluyor. Amerika’da her 10 kişiden 7’sinin ruh sağlığı bozulmuş durumda.
Büyük şehirlerde mezarlıklardan yoksun bir hayat da kibri besliyor. Çünkü bu durum, bize büyüklenmenin en önemli engeli olan ahiret hayatını hatırlamayı unutturdu. Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem: “Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü onlar insana ahireti hatırlatır” buyuruyor. (Müslim106, EbuDavud 77, Tirmizi 60) Şehirlerde çok katlı meskenlerde zeminden uzaklaşıldı; yukarılara çıktıkça eşya formunu değiştirdi, gözümüzde küçüldü. Biz ise büyüdükçe büyüyoruz. Öyle yükseliyoruz, kendimizi öyle tepelerde görüyoruz ki penceremizi açınca çiçeklerin güzelliğinden, kokusundan veya bir ağacın dalına elimizi dokundurmaktan metrelerce uzağız. Böyle olunca tefekküre dalıp Yaradan’ı hakkıyla hissedemiyoruz.
Yalnız Sen!
Gerçek hayattan kopup sanal hayata hızlıca geçiş, hakiki duygularla aramıza mesafe koyuyor. Yiyeceklerimiz, giyeceklerimiz hatta hayatımızı kuşatan tüm eşyalar doğallığını kaybetti. Onların yerini alan basit, hızlı, fonksiyonel fakat insanın tabiatına uymayan eşyalarla yaşadıkça biz de tabii halimizden uzaklaşıyoruz. Çünkü çevremizde o kadar çok en hızlı, en güzel, en ideal şey olmasına gayret ediyoruz ki bu bizi özel, kusursuz olduğumuz yanılgısına düşürüyor. Kibir insana put olarak egosunu sunarken şuursuzlaştırarak “yalnız sen” ışıltısıyla yapayalnız bir krallık sunuyor.
İçindeki Devi Uyandır
Eskiden öncelik inancımız, ailemiz, aile fertlerimiz, kutsal değerlerimiz, mahremiyetimiz derken, şimdilerde değer verdiklerimizin sıralaması değişti. Postmodern bireyin insan ilişkilerinin belirleyicisi arzularının, konforunun güdümündeki tercihleri oluyor. Bu değişimle kendimizi büyük gösteren vesileler de çoğaldı. İktisat kurucularının: “Bir ürünün değeri ona ayrılan çalışma zamanına göre belirlenir” teorisi günümüzde önemini kaybetti. Mesela sanal ortamda az bir zamanla çok önemli plan, proje üretilebiliyor. Yine küçük bir fikirle milyon dolarlar kazanabiliyorlar. Bu da insanı çok önemli, vazgeçilmez hissettiriyor. Özellikle son yirmi yıldır önemli hale getirilen kişisel gelişim yöntemleri de bu hedefe hizmet ediyor. İnsanı her türlü kibre sürükleyen bu düşünce biçimi “İçindeki devi uyandır” ifadesiyle toplum yapısını aşındırıyor. Mesela kadının önceliği ailesi olması gerekirken çalışan kadınlarda işin, kariyerin, eğitimin öne geçtiğini görüyoruz. Oysa iş, okul gibi gerekli şeyler zamanımızın büyük bölümünü işgal etse de değer olarak önceliklerimizin değişmemesi gerekiyor.
Özelsin, Kusursuzsun...
Gün geçtikçe sahip olunan şeylerin fazlalaşması da kişinin kendini önemli hissetmesine, kibrini artırmasına yol açıyor. Yapılan bir araştırmada yüz yıl önce insanın hayatını idame ettirmesi için temel 15 madde lazımken şimdi bu sayının 9 bine çıktığı belirlenmiş. Fazlalık sadece beynimizi yormakla kalmıyor narsist kişilik oluşturuyor. Ezilmeden, üzülmeden, zorlanmadan birçok şeye sahip olmamız bu kişilik tipini destekliyor. Aslında narsistlik kişisel hastalık olmaktan çıktı vahim salgın haline geldi, küreselleşti. Bireysel tercihleri kutsal kılan zihniyet akrabalık, arkadaşlık, aile, ana babalık, dostluk gibi nice ilişkiye sızarak çürütmüş. Postmodern insan farkında olarak veya olmayarak edepten uzaklaşıyor. Yerine kendi benliğini, tercihlerini koyan mağrur -aslında mağdur- bir insan türü. Ona “Özelsin, kusursuzsun, asıl olan senin benliğin, tercihlerin, gerisi teferruat” diye fısıldıyor.
Modern İnsana Zerk Edilen Zehir
Moda toplum için büyük zehir. Sahte cennet sunulan özenti sahiplerinin damarlarına, nefsin davetiyle sızıyor, avuçlarındaki parayı harcarken kumaşla değil kibirle kuşanıyorlar. Kıyafetleriyle eziyorlar birbirlerini. Günümüzde yeni nesil modernitenin, sanal âlemin de zorlamasıyla sadece istiyor ve tüketiyor. Üretmekten habersiz bir hayat yaşıyorlar. İç dünyasıyla, değerleriyle, kişiliğiyle, manevi hayatıyla var olamayan birey imaj parlaklığıyla var olmak istiyor.
Modern hayatla birlikte hayatın odağı değişiyor. Hayatı devam ettirmeye yarayan para, maddi değerler, siyaset, ahlak, bilimsellik, inanç değerleri herkeste mevcut. Fakat her insanda bunlardan birisi daha çok öne çıkıyor, onun ışıltısıyla tercihler, yönelimler belirleniyor. Hayatın merkezine ahlaki değerler yerine para şehvet, siyaset yerleştirildiğinde kibir ister istemez bu odağa çekiliyor.
Çözüm
Eğitim seviyesi, meslek, karizma zorunluluğu, imaj derdi gibi birçok şey insanı kibre sürüklüyor. İç âleme doğru yolculuğu azaltan, hayatı körükleyen dış dünyayla iç içeyiz. Duruşumuz ne olmalı ki bu olumsuz etkiden kendimizi koruyabilelim? Öncelikle çevresel etkenlere şartsız teslim olmamalı. Müstakil evimiz olmayabilir ama 20. katta oturmak zorunda değiliz. Allah Teâlâ insanı denge üzere yaratmış. Fakat kariyerim, işim, evim, okulum derken hayatımızda iç, dış dünyamızın dengesini kurmak zorlaşıyor.
İç, dış dengeyi sağlamanın yollarından biri de muhabbet. Çünkü insanların konuşmaya ihtiyacı var. Hani belediyelerin yollarda dinlenmek için yaptıkları girintilerden, banklardan hayatımızda da olması lazım. İç muhasebeyle birlikte ruhumuzu dinlendiren aktivitelere yönelerek iç ve dış dengemizi sağlayabiliriz. Ayrıca insan popüler modern kültürün sunduğu her şeyi almak zorunda değil. Değerlerimizin vizesinden geçirdiklerimizi almamız yeterli. Kibir öğrenilen bir davranış olması sebebiyle çevremizde bu kötü hasleti ulaştıran kanalları tıkamaya çalışmamız en önemli çözüm yolu belki de.
Medeniyetlerde hayat edep ve tevazu ekseninde döner. Kendimizi kibirli görmemizi dizginleyen en üst makamdır edep. Kendine, Rabbine, kâinata karşı saygı, sevgi halidir. Edep kabalıktan insanı korurken kendini ilahlaştırmasından da koruyor. Rabbi karşısında haddini/kendini bilmeye davet ediyor.
Kaynak: Emel Sözcüer, Altınoluk Dergisi, Sayı: 473