Merhametli Olmak Ne Demek?

HAYATIMIZ

Merhamet, insanlığımızın bu âlemdeki en mûtenâ cevheridir ki bizi kalben Hakk’ın vuslatına erdirir. Merhametli mü’min; cömert, mütevâzı, hizmet ehli ve aynı zamanda ruhlara hayat aşısı yapan bir gönül doktorudur.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Merhamet edenlere Rahmân olan Allah Teâlâ merhamet buyurur. Yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösteriniz ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin!” (Tirmizî, Birr, 16/1924)

Bir mü’minde îmânın ilk meyvesi, şefkat ve merhamettir. Ondan uzak bir gönül, canlı sayılmaz. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’i açtığımızda karşımıza çıkan ilk sıfât-ı ilâhiyye “Rahmân” ve “Rahîm”dir. Daha sonrasında ise 300’den fazla âyet-i kerîmede merhamet telkîninde bulunulmaktadır. Rabbimiz, Yüce Zâtʼını, “merhametlilerin en merhametlisi” olarak müjdeler ve biz kullarına, kendisinin bu ahlâkıyla ahlâklanmamızı emir buyurur. Dolayısıyla Hakk’a muhabbetle dolu bir mü’min yüreğinin, Rabbimizin bütün mahlûkâtını şefkat ve merhametle kuşatması îcâb eder.

Allah Rasûlü’nün şefkat ve merhameti, cihânşümûl bir vasfa sahipti. O, bir gün:

“–Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmedikçe cennete giremezsiniz.” buyurmuştu.

Ashâb-ı kirâm:

“–Yâ Rasûlâllah! Hepimiz merhametliyiz.” dediler.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–(Benim kastettiğim) merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilakis bütün mahlûkâta şâmil olan merhamettir, (evet) bütün mahlûkâta şâmil merhamet!..” buyurdu. (Hâkim, IV, 185/7310)

Bir zât:

“−Yâ Rasûlâllah, ben koyun keserken ona acıyor, merhamet ediyorum.” demişti.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- iki defa:

“−Koyun bile olsa bir canlıya merhamet edersen Allah da sana merhamet eder.” buyurdu. (Ahmed, III, 436; Hâkim, IV, 257)

Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Bir kuşu keserken bile olsa kim merhamet ederse, Allah da ona kıyâmet günü merhamet eder.” (Taberânî, Kebîr, VIII, 234/7915; Beyhakî, Şuab, VII, 482)

Müslümanlar, düşmanları bile olsa Allâh’ın kullarına şefkat ve merhametle muâmele ederler. Mus’ab bin Umeyr’in kardeşi Ebû Azîz, Bedir’de müşriklerin bayraktarlığını yapmıştı. Savaşın sonunda esir düştü. Esâreti esnâsında müslümanlardan gördüğü şefkat ve merhameti şöyle nakleder:

“Ensâr’dan bir topluluğa teslim edilmiştim. Bedir’den dönerken, sabah ve akşam yemekleri geldiğinde ekmeği bana tahsis ederler, kendileri kuru hurma ile öğünlerini geçiştirirlerdi. Çünkü Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- esirlere güzel muâmelede bulunmalarını tavsiye etmişti. Birinin eline bir ekmek parçası geçse hemen bana getirirdi. Ben hayâ eder ekmeği onlardan birine iâde ederdim, ancak o tekrar bana verir, kesinlikle ekmeğe el sürmezdi.” (İbn-i Hişâm, II, 288; Heysemî, VI, 86)

Esmâ bint-i Ebî Bekir -radıyallâhu anhumâ- der ki:

“Câhiliye devrinde Zeyd bin Amr’ın ayakta dikilip sırtını Kâbe’ye dayayarak şöyle dediğini işittim:

«–Ey Kureyş cemaati! Vallâhi ben hâriç hiçbiriniz İbrâhim -aleyhisselâm-’ın dîni üzere değilsiniz!»

Zeyd, diri diri toprağa gömülecek kızları kurtarıp hayatlarını bağışlardı. Kızını öldürmek isteyen adama:

«–Onu öldürme! Onun külfetini ben üzerime alıyorum.» derdi. Kız büyüyüp serpilince babasına:

«–Dilersen onu sana teslîm edeyim, dilersen ihtiyaçlarını görmeye devam edeyim.» derdi.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 24)

Zeyd’deki bu merhamet duygusu, onu şirk ve küfürden muhâfaza etmiş, “hanîf” olarak âhirete intikâl etmesini sağlamıştır. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun hakkında:

“O, kıyâmet gününde, benimle Îsâ -aleyhisselâm- arasında ayrı bir ümmet olarak diriltilecektir.” buyurmuştur. (Heysemî, IX, 416)

 Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları