Merhametin En Belirgin Alâmeti

PEYGAMBERİMİZ

İslâm şahsiyet ve karakterini sergileyen kâmil mü’minlerin en mühim vasıflarından biri, hiç şüphesiz ki cömertliktir. Cenâb-ı Hak, bizlere Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’i tanıtırken, O’nun “Raûf” ve “Rahîm”, yani çok şefkatli ve son derece merhametli olduğunu bildiriyor. Zira îmânın ilk meyvesi merhamet, merhametin en belirgin alâmeti de “infak”tır.

Hadîs-i kudsîde şöyle buyrulmuştur:

“Bu din (yani İslâm), Zâtım için seçip râzı olduğum dindir. Ona ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışır. Müslüman olarak yaşadığınız müddetçe onu, bu iki hasletle yüceltiniz!” (Heysemî, VIII, 20; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, VI, 392)

İMANIN İLK MEYVESİ MERHAMETTİR

Cenâb-ı Hak, bizlere Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’i tanıtırken, O’nun “Raûf” ve “Rahîm”, yani çok şefkatli ve son derece merhametli olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla bizim de Peygamber Efendimiz’in rahmet, şefkat ve merhametinden hissedâr olmamızı arzu etmektedir. Bu sebeple ümmet-i Muhammed olarak bizlere düşen vazife, gönüllerimizden bütün yaratılanlara rahmet tevzî edebilmektir. Zira îmânın ilk meyvesi merhamet, merhametin en belirgin alâmeti ve en olgun tezâhürü “infak”tır.

KALP GÖZÜ GÖRENLER CİMRİ OLMUYOR

İnfak, malın ve canın Allâh’a adanışıdır. İnfâk edilen mal veya imkânlar, ebedî saâdetin sermâyesidir. Hazret-i Mevlânâ, bu saâdete nâiliyetin yoluna işaret etmek üzere şöyle nasihat eder:

“Hazret-i Peygamber buyurdu ki:

«Kıyâmet günü (infâkı ve sadakası mukâbilinde kendisine) verilecek mükâfâtı iyiden iyiye bilen; (aynı zamanda) bir verdiğine karşılık on verileceğine inanan kişi, her zaman cömertliğini türlü türlü şekilde artırmanın huzur ve gayreti içinde olur.

Cimrilik ise, Peygamberimiz’in müjdelediği mükâfatları görmemektir. (Basîretsiz bir bakışla, verdiği malının tamamen kaybolduğunu sanmaktır.)

Demek ki, kalp gözü görenden başkası cimrilikten kurtulamadı.”

ÜMMETİ AÇ VE MUHTAÇKEN KENDİSİ HUZUR BULAMAZDI

Unutmayalım ki dostluk, sevenin sevilende kendi husûsiyetlerini görmesinden kaynaklanır. Bizler, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin üzerimizde tecellî etmesini istiyorsak, Allâh’a Habîb/sevgili olmuş bulunan Âlemler Sultanı Efendimiz’in güzel ahlâkıyla ahlâklanmanın gayretinde olmalıyız. Zira O (s.a.v.), hayatı boyunca kendisinden bir şey istendiği zaman, aslâ “yok” dememiştir. Öyleyse bizim de içerisinde bulunduğumuz bu Ramazân-ı Şerîf’te daha çok infâk etmeye, daha fazla gönle girmeye gayret etmemiz elzemdir.

MUHTAÇLARA İNFAK

Efendimiz (s.a.v.) Medîneʼde -dilese- en müreffeh hayatı yaşayabilirdi. Zira ganimetlerin beşte biri, Allâhʼın emriyle Peygamber Efendimizʼe[1] tahsis edilmişti. Ayrıca kendisine nice hediyeler de gelirdi. Lâkin Efendimiz -sellallahu aleyhi vesellem-, hiçbir mecburiyeti olmadığı hâlde, gelen bu ganimet ve hediyeleri hemen Ashâb-ı Suffeʼye ve muhtaçlara infâk eder, ondan ancak kifâyet miktarını evine ayırırdı. Hattâ evine ayırdığını da, daha sonra gelen bir başka fakire infâk ettiği olurdu. Yüksek mesʼûliyet ve merhameti sebebiyle, ümmeti aç ve muhtaçken kendisi huzur bulamazdı.


[1] “…Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allâh’a, Rasûlüne, O’nun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya âittir.” (el-Enfâl, 41)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Temmuz 2015, 125. Sayı.