Manevi Yolun Şükrü

HAYATIMIZ

Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri, bazılarını seyr ü sülûk yoluna sevk eder. Bunlar hakîkî bir mürşide teslim olup, ihlâs ve istikâmet üzere, Allah teâlânın rızâsını talep ederek, helâl-haram husûsunda dikkatli olurlar ise, Cenab-ı Hakkın izni ile kendilerinin de büyük gayret ve sebatları nisbetinde netîce alırlar.

Mânevî dersleri tekâmül ettikçe, kendilerinde Allah sevgisi ve Allah’ı darıltma korkusu yer eder. Aynı zamanda edeb, hayâ, tevâzû, affedicilik, merhamet, sehâvet gibi güzel ahlâkın her şubesinde terakkî ve tekâmül ederler.

Bu güzel sıfatlarla mütehallik olmazlar ise, lâyıkı veçhile istifâde etmiş sayılmazlar.

Seyr ü sulûkunu tamamladı zannı ile ucba düşüp de, yani kendi nefsini başkalarından üstün görerek kulluk vazîfelerini daha dikkatli yapmayıp ihmal ederler ise, zarara uğrayanlardan olurlar.

Şunu tekrar, iyice bilmelidir ki, kulluğun nihâyeti olmadığı gibi seyr ü sülûkun de sonu yoktur, saymak lâzımdır.

Hakîkî mü’min hangi hâlde bulunur ise bulunsun ister darlık ister genişlik ister hastalık ister sıhhatlilik ona düşen dâimâ “Elhamdülillahi alâ kulli hâlin” sözünü tekellüm edip, bu hâli bütün vücudunda ve ruhâniyetiyle -Cenab-ı Hakkın izniyle- hissetmesi lâzımdır.

HİÇ BİR ŞEY ÜZERİNDE HAK İDDİA ETME

İbrâhim Düssûki -kuddise sirruh- şöyle buyurur: “Ey kardeşim! Sakın kendine has bir işi yapabildiğin iddiasına kapılmayasın. Sonra, kendi gayretinle bir hak sahibi olduğunu iddia etmeye de yeltenmeyesin.

İyi bilmelisin ki eğer bir oruç tutuyor isen o orucu sana tutturan Hak teâlâdır.

Namaz mı kılıyorsun? Ayakta mı duruyorsun? Seni ayakta durduran gene O.

Keza yapdığın bütün ameller böyle. Bir amelin varsa, O, çalışmanı istediği için çalışıyorsun.

Hasılı öyle olacaksın ki, herşeyi O’ndan göreceksin... Bir şeyi gördüğün zaman gördürenin O’nun olduğunu bileceksin. Bu hâle devam edip mânevî bir şerbet içtiğin zaman, yine ondan bileceksin. O içirdi, diyeceksin... başka değil.

Bir şeyden mi sakınıyorsun, ittikân mı var? Sana bu ittikâ hâlini nasip eden kim. Yine O. Böylece bileceksin.

Yüksek bir makama mı çıktın? Derecen mi yükseldi; senin dereceni artıran, seni yükselten gene O’dur.

Maddî veya mânevî her hangi bir hâl nâiliyetine erdiğin zaman, yine bu nâiliyeti O’ndan bileceksin.

Ortada, senin için bir şey yok... Sana düşen ancak îtiraftır. Ki bir âsî olduğunu bilesin... Kendine mâl edebileceğin tek iyiliğin yoktur.

Bu hüküm yerindedir. Sana iyilik eden ve elinle iyilik ettiren O’dur. Sonra senin için hüküm veren O’dur. Yaptıklarının iyi veya kötülüğünü O bilir.

Dilerse kabul eder, isterse kabul etmez.

Gene buyurdular:

Ey oğlum, sen bütün senelerini oruçla geçirsen ve gecelerini de namazla, ibâdetle... Temiz bir iç âlemin olsa, Hak ile de hâlis bir muâmelen... Sakın iddiaya kapılma... Ve işi söze boğma...

Şuna inan ki: Sen dâimâ âsî bir müflissin... Başkası değil. Sakın nefsin verdiği gurura kapılma... yalanına aldanma... Nice derviş, nefsin hevâsına kapılıp gitti ve telef oldu.

Kaynak: Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-1, s. 184-187