Mal da Yalan Mülk de Yalan

Ahirete İman

Peygamberimizin (s.a.s.) zühd hali nasıldı? Bir insan dünyada nasıl bir şuurla yaşamalıdır? Hak dostlarının dilinden dünya hayatı manzaraları.

Zühd, fakirlik değil; zengin-fakir her mü’mine gereken bir kalbî tavırdır. İlâhî takdir neticesinde zâhiren fakr u zarûret içinde yaşayan bir kimse, kalben dünyevî arzular peşindeyse, o da, zühd ve istiğnâ ehli sayılmaz. Zira zühd ve istiğnâ, kaderin sevkiyle mecbûren aza kanaat değil; irâdî olarak, kendi isteğiyle kalbi dünyaya esir olmaktan muhafaza etmektir.

PEYGAMBERİMİZİN ZÜHD HALİ

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, zühd hâlini ne güzel târif buyurmuşlar:

“Dünyada zâhidlik, ne helâli haram bilmek ne de malı mülkü terk etmekledir. Dünyada zâhidlik, ancak Allâh’ın mülkünde olana kendi elindekinden daha fazla îtimâd etmen (yani rızka değil, Razzâkʼa güvenmen); başına bir musîbet geldiği ve yakanı bırakmadığı müddetçe, onun ecir ve mükâfâtından son derece ümitvâr olmandır.” (Tirmizî, Zühd, 29/2340)

Hazret-i Mevlânâ ne güzel söyler:

“Dünya, Allah’tan gâfil olmaktır. Yoksa para, kumaş, kadın ve evlât sahibi olmak değildir. Seni oyalayıp Hak’tan gâfil kılan ne varsa, senin dünyan odur.”

MAL DA YALAN MÜLK DE YALAN

Yûnus Emre Hazretleri, dünya devre-mülkünün hakîkatini ne kadar da veciz bir şekilde dile getirir:

Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan!

EL KÂRDA GÖNÜL YÂRDA

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin yetiştirdiği büyük velîlerden Muhammed Pârisâ Hazretleri, hacca giderken yolu üzerinde uğradığı Bağdat şehrinde, nur yüzlü genç bir sarrafa rastlar. Gencin birçok müşteriyle durmadan alışveriş hâlinde olup zamanını aşırı dünyevî meşgûliyetlerle geçirdiğini zannederek üzülür. İçinden:

“Yazık! En güzel ibâdet edilecek bir çağda kendisini dünya meşgalesine kaptırmış!” der. Bir an murâkabeye varınca da altın alıp satan bu gencin kalbinin dâimâ Allah ile beraber olduğunu hayretle müşâhede eder. Yani âzâlar dünyevî meşgûliyette, fakat kalp zikreder hâlde, Rabbiyle beraber… Bu sefer:

“Mâşâallâh! El kârda, gönül Yârʼda!..” buyurarak genci takdîr eder.

Zira bu hâl; “halvet der encümen”, yani halkın içinde Hak ile beraber olup yalnız O’nunla kalabilme ve kesrette vahdet  / çokluk içinde teklik, yani kalbin her an Cenâb-ı Hak ile beraberliğini temin edebilmektir.

BİR İHTİYARIN KÂBE ÖRTÜSÜNE SARILARAK İÇLİ İÇLİ AĞLAMASININ SEBEBİ

Muhammed Pârisâ Hazretleri Hicaz’a vardığında da Kâbe’nin örtüsüne sarılmış içli içli ağlayan ak sakallı bir ihtiyarla karşılaşır. Önce ihtiyarın yana yakıla Cenâb-ı Hakk’a yalvarmasına ve dış görünüşüne bakarak:

“Keşke ben de böyle ağlayarak Hakk’a ilticâ edebilsem.” der ve adamın hâline gıpta eder.

Sonra onun da kalbine nazar edince görür ki bütün duâ ve ağlamaları, fânî bir dünyâlık talebi içindir. Bunun üzerine rakik kalbi mahzûn olur.

Hakîkî zenginliğin ölçüsü, mal çokluğu ve cüzdan kabarıklığı değil; kanaat ve gönülden infaktır. Paranın yeri gönül değil, cüzdandır!

Demek ki dünyaya karşı zâhid olmak, fakirlikte ve zenginlikte dünyadan kalben müstağnî kalabilmektir. Mühim olan; dünyevî meşgaleleri, âhireti ihmâl etmeksizin sürdürebilmektir. Yani dünya ile meşgûl olurken kalbi gafletten korumaktır.

İNSAN VARLIK DÜNYASINDA GEZEN BİR GEMİ GİBİ

Mevlânâ Hazretleri, insanı varlık deryâsında yüzen bir gemiye teşbih ederek buyurur ki:

“Şâyet deryâ, geminin altında bulunursa, ona istinadgâh olur. Fakat dalgalar geminin içine girmeye başlarsa onu helâke götürür.”

Yani gönül Hakkʼa râm olduğu zaman bütün dünya bir kulun tasarrufuna verilmiş olsa bile onun kulluk istikâmetini bozamaz. Fakat kalp, dünya muhabbetinden korunamadığı takdirde dünyanın zerresi bile kulun mâneviyâtını ifsâd edebilir.

Fakirlikte de zenginlikte de sabrı bir mârifet hâline getirmek gerekir. Vasatın üstündeki zenginlik de vasatın altındaki fakirlik de çok zordur. Lâkin sabredildiği takdirde mükâfâtı çok büyüktür. Böyle olabilenler, yani “ağniyâ-i şâkirîn / şükür ehli zenginler ve fukarâ-i sâbirîn / sabreden fakirler”, toplum içinde azınlıktadır.

Gâfil insanlarda ise çok zenginlik de çok fakirlik de aynı günahta birleşir. Çok fakirlik ve çok zenginliğin, iffetsizliğin kapılarını açma riski vardır. Diğer taraftan çok zenginlik, ihtirâsı kamçıladığı için, çok fakirlik de sabrı zorladığı için, sirkati, haksız kazancı mübah gösterebilir. Bunun içindir ki Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:

“Yâ Rabbi, unutturan fakirlikle birlikte azdıran zenginlikten... Sana sığınırım.”[1] niyâzında bulunmuştur.

Hadîs-i şerîfte de buyrulduğu üzere Allâh’a isyan ettirecek derece fakirlik ve azdıran zenginlik, birbirine muâdil görülmüştür.

Dipnot:

[1] İbn-i Abdiʼl-Berr, Câmiu Beyâniʼl-İlmi ve Fadlih, c. I, sf. 727.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Müslümanın Para ile İmtihanı, Erkam Yayınları