Kur’ân’ın Hükümlerini Tatbik Etmenin Fazileti

KUR’ÂNIMIZ

Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup anlamanın ve üzerinde tefekkür etmenin asıl maksadı, onun hükümlerini tatbik etmek, hayatın her alanını Kur’ân’la nurlandırmak, her an ona uygun yaşamaktır. Bu sebeple Kur’ân’ı okuyan bir mü’min ondaki her hitabın bizzat kendisine olduğunu bilmeli ve bunu derinden hissetmelidir.

Cenâb-ı Hak, Rasûlü’nün lisânı ile bizlere hitap etmektedir. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“Sana ne vahyedilirse ona tâbî ol ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (Yûnus 10/109)[1]

İnsan, Allah’ın kitâbında indirdiği delilleri düşünmeli, indirdiği hükümleri tefekkür etmeli, onlardan kendisine dersler çıkarıp gereğince amel etmelidir.[2]

Hasan Basrî (r.a) şöyle der: “Vallahi Kur’ân’ı tedebbür, onun harflerini ezberleyip koyduğu sınırları (hükümleri) ihmâl etmek değildir! Öyle ki biri çıkıp «Kur’ân’ın tamamını okudum» diyor ama Kur’ân onun ne ahlâkında ne de amelinde görünmüyor!”[3]

Kur’ân’ın ahkâmını tatbik hususunda ihmalkâr davranmak, büyük pişmanlıklara sebep olacaktır. Yüce Rabbimiz biz kullarını şöyle îkâz eder:

“Hiç farkında olmadığınız bir sırada azap ansızın başınıza gelmeden önce Rabbinizden size indirilen en güzel hükümlere uyun ki sonra hiç kimse, «Allah’a itaat hususunda gerekeni yapmadığım için yazıklar olsun bana! Ben gerçekten de (İslâm ile) alay edenler arasında yer almıştım» diyerek (kendi kendini kınamasın!) Veya «Eğer Allah bana hidayet nasip etseydi günahtan sakınanlardan olurdum» diyerek; ya da azabı gördüğünde, «Keşke bana bir fırsat daha tanınsa da iyilerden biri olsam!» diyerek hayıflanmasın.” (ez-Zümer 39/55-58)

Kur’ân-ı Kerîm’in Getirdiği Hükümler En Güzel Hükümlerdir

Kur’ân-ı Kerîm’in getirdiği hükümler en güzel hükümlerdir. Onlar hayatın her alanına ve kulların bütün meselelerine şâmil olduğu gibi kıyamete kadar da geçerli olmaya devam edecektir.[4]

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm hususunda gaflete düşenlerle, onun feyzinden güzelce istifâde edenleri şu şekilde sınıflandırır:

“Sonra Kitâb’ı, kullarımız arasından seçtiğimiz kimselere verdik. İnsanlardan kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazîlet budur.” (Fâtır 35/32)

Yani insanların bir kısmı Kur’ân okuduğu hâlde, farzların bir kısmını yapmaz, bazı haramları işler. Böylece nefislerine zulmeder, en büyük nîmeti ziyân ederler. Bir kısmı orta yoldadır, farzları yerine getirir, haramları terkeder, bazı müstehapları ihmâl edip bazı mekruhları yaparlar. Bir kısmı da farzları ve müstehapları yapar, haramları, mekruhları ve hatta bazı mubahları terkederler. Nefsine zulmedenler Allah’ın dilediği kadar cezalarını çektikten sonra Rasûlullah’ın şefaatiyle affedilirler. Orta halli olanlar hafif bir hesaba çekildikten sonra Allah’ın rahmetiyle cennete girerler. Allah’ın izniyle hayırda ileri gidenler ise hesapsız cennete girerler.[5]

Rasûlullah (s.a.v) Kur’ân’ın hayatımıza tesir etmesi gerektiğini şu güzel sözleriyle ifade buyurmuşlardır:

“Kur’ân’ı, seni kötülüklerden alıkoyacak şekilde oku! Eğer o seni kötülüklerden alıkoymuyorsa, onu okumuş sayılmazsın.”[6]

Sahâbe-i kirâm, Rasûlullah (s.a.v)’den on âyet öğrendiklerinde, bunlardaki emir ve hikmetleri iyice idrâk edip tatbik etmeden diğer on âyete geçmemişlerdir.[7] Zira onlar insanın, Kur’ân’ı anlayıp muktezasınca amel etmek mecburiyetinde olduğunu çok iyi idrak etmişlerdi.

Kur’ân’ı yaşamayan kimse ne kadar ezber okursa okusun hâfız kabul edilmemiş ve “Asıl Kur’ân hâfızları, Kur’ân’ın hükümlerini, helâl ve haramını bilen ve içindekilerle amel eden kişilerdir” denilmiştir.[8]

Abdullah bin Mes’ud (r.a) hakîkî Kur’ân hâfızı sayılmanın, ancak onu yaşamakla mümkün olabileceğine işaretle şunları söyler:

“Kur’ân’ı ezberlemiş olan kimse:

  1. İnsanlar uyurken gece kalkıp ibadet etmesiyle,
  2. Halk yemek yerken oruç tutmasıyla,
  3. Başkaları sevinip eğlenirken âkıbeti için kederlenmesiyle,
  4. İnsanlar gülerken kulluktaki acziyetinden dolayı ağlamasıyla,
  5. Halk birbiriyle konuşurken sükûtuyla,
  6. İnsanlar kibirlenirken mütevâzı davranışlarıyla tanınmalıdır.

Kur’ân’ı ezberlemiş birisinin ağlaması, hüzünlü durması, vakarlı ve bilgili olması, tefekkür ve sükût hâlinde bulunması îcâb eder. Kur’ân ehli; katı yürekli, gâfil, çığırtkan ve hemen öfkelenen biri olmaktan da sakınmalıdır.”[9]

Meşhur Osmanlı âlimlerinden Muhammed Hâdimî şu tavsiyelerde bulunur: Her türlü sıkıntıdan, belâ ve musîbetten kurtulmanın yegâne yolu, Kur’ân’a sarılmak ve onu hayata geçirmektir. İbadet ve tâatlere devam edin! Bilhassa en faziletli ibadetlerden olan tedebbür, tertîl ve edeple Kur’ân okumaya iyi sarılın! Zira Kur’ân’ı böyle okumak, Allah ile konuşmak gibidir.[10]

Kur’ân ile yaşamak insanı maddî ve mânevî kirlerden arındırarak tertemiz kılar. Yüce Rabbimiz şöyle müjdeliyor:

“İman edip sâlih ameller işleyenler ve Muhammed’e indirilene iman edenler -ki Rablerinden gelen hak da odur-, Allah onların günahlarını örtmüş ve hallerini de ıslah etmiştir.” (Muhammed 47/2)

Allah Teâlâ’nın Rasûlü ve kitabıyla gönderdiği bu hidâyete tâbî olan kimseler dünyada sapıtmaz, âhirette de şekâvete uğramazlar. Bundan yüz çevirenler ise dünyada sıkıntılı bir hayat yaşadıkları gibi kıyamet günü de kör olarak haşredileceklerdir.[11]

O hâlde bir mü’minin yapması gereken Kur’ân ve sünnette bildirilen sâlih amellere sarılmaktır. Zira erkek veya kadın, kim mü’min olarak sâlih ameller işlerse, Allah ona dünyada hoş bir hayat yaşatacağını ve âhirette de mükâfatını yaptıklarının en güzeli ile vereceğini müjdeliyor.[12] Şu âyet de cennette herkesin derecesinin Kur’ân ve sünnet ile amel ettiği seviyede olacağını beyan ediyor:

“Herkesin yaptıkları amellere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.” (el-En‘âm 6/132)

Allah’ın hükümlerine boyun eğenlere vaad edilen şu mükâfat ne güzeldir:

“Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lutuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!” (en-Nisâ 4/69)

Allah’ın kitabını okuduğu halde ahkâmıyla amel etmeyenler ise en büyük yergiye müstahak olmuşlardır.[13] Bu sebeple Kur’ân’ı terk edenleri acıklı bir azap beklemektedir. Allah kendisine Kur’ân’ı öğrettiği hâlde, bütün gece uyuyarak onunla hiç meşgul olmayan ve Kur’ânı terk eden kimsenin, öldükten sonra göreceği azap, Allah Rasûlü’ne gösterilmiştir. Buna göre, Kur’ân’ı ihmâl eden kimsenin kafası, büyük bir kaya ile kıyâmete kadar devamlı ezilip duracaktır.[14]

Kur’ân’ın hükümleriyle amel edenlerle etmeyenlerin kıyamet günündeki hallerini Rasûlullah (s.a.v) şöyle haber vermişlerdir:

“Kıyamet günü bir adam getirilir. Kur’ân ona (insan sûretinde) temessül ettirilir. Adam dünyadayken Kur’ân’ın farzlarını ihmal etmiş, çizdiği sınırları aşarak haramlara düşmüş, bildirdiği ibadetleri yapmayıp muhâlif davranmış, yasakladığı günahları işlemiştir. Kur’ân:

«–Yâ Rabbî! Âyetlerimi ne kötü bir adama verdin (öğretip ezberlettin!) Hududlarımı aştı, farzlarımı terk etti, açıkladığım ibadetleri bırakıp yasak olduğunu bildirdiğim mâsiyetleri işledi…» der. O kimse aleyhine delillerini sayıp dökmeye o kadar devam eder ki, nihayet Cenâb-ı Hak, Kur’ân’a:

«–Haydi, onu sana bırakıyorum, hesabını gör!» buyurur. O da adamın elinden tutar ve burnu üstüne sürükleyerek cehenneme atıncaya kadar yanından ayrılmaz.

Başka bir kimse daha getirilir. O da dünyadayken Kur’ân’ın çizdiği sınırları korumuş, farzları yerine getirmiş, emrettiği ibadetleri yapıp yasakladığı çirkin fiillerden kaçınmıştır. Kur’ân önünde durup onu müdâfaa ederek:

«–Yâ Rabbî! Âyetlerimi ne güzel bir kişiye tevdî ettin (öğretip ezberlettin!) Hududlarımdan sakındı, farzlarımı îfa etti, beyan ettiğim taatlere tâbi olup mâsiyetlerden kaçındı…» der. O kişi lehine delillerini saymaya o kadar devam eder ki, nihayet Cenâb-ı Hak, Kur’ân’a:

«–Onu sana havale ettim, hesabını sen gör!» buyurur. Bunun üzerine (insan sûretinde) temessül ettirilen Kur’ân, onun elinden tutar, yanından hiç ayrılmaz. Ona beyaz atlastan elbiseler giydirir, başına kral tâcı koyar ve kralların kâsesiyle ona su ikrâm eder.”[15]

Dipnotlar:

[1] Bkz. el-En‘âm 6/106; el-A‘râf 7/3; Sâd 38/29.

[2] Taberî, Tefsîr, 21: 190.

[3] İbn Kesîr, Tefsîr, 7: 64.

[4] el-En‘âm 6/38; el-Hac 22/52; es-Saff 61/9.

[5] İbn Kesîr, Tefsîr, 6: 546-548.

[6] Heysemî, 1: 184; Ahmed bin Hanbel, Zühd, s. 401/1649.

[7] Ahmed, 5: 410.

[8] Kurtubî, 1: 26.

[9] Ebû Nuaym, Hilye, 1: 130.

[10] Bkz. Hâdimî, Mecmûatü’r-resâil, s. 112, 194, 200.

[11] Tâ-hâ 20/123-124.

[12] en-Nahl 16/97.

[13] el-Bakara 2/44, 78, 113.

[14] Buhârî, Cenâiz, 93; Ta’bîr, 48.

[15] Heysemî, 7: 160-161; Bezzâr, no: 2337.

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınları