Kur’an’da Selam Ayetleri

KUR’ÂNIMIZ

Selam ne demektir? Kur’an’da selam var mıdır? Selam vermek Kur’an’da geçiyor mu? Selamün aleyküm hangi ayette geçiyor? Kur’an-ı Kerim’de selam ayetleri...

Selâm, sözlerin en güzeli ve aynı zamanda Erhamürrahimin olan Yüce Allah'ın lütfu ihsanı keremiyle kuluna teveccüh etmesinin en güçlü ifadesidir. Es Selâm olan Allah’ın dini İslam’dır.

SELAM İLE İLGİLİ AYETLER | Selam Ayetleri

Kur’ân-ı Hakîm’de, “Allah kullarını Dârüs-Selâm’a (selam yurdu cennet) davet ediyor ve O, dilediğini doğru yola iletir.” (Yunus, 25) buyuruluyor.

Cennet-ı A’lâ denilen cennetin; “Rabları katında onlara selamet yurdu vardır” (En’am, 54) mealindeki ayette cennetin en yüksek katına ‘Daru’s-Selam’ denilmiştir. Zira esas selamet oradadır.

“Selamün aleyküm, amellerinize karşılık olarak girin cennete.”  (Nahl, 32)

“Emin olarak selam ile oraya giriniz.” (Hicr, 46)

“Cennetin kapıcıları onlara: ‘Selamün aleyküm, ak pak olarak geldiniz. Artık ebedi olarak kalmak üzere girin buraya’ derler.” (Zümer, 73)

Selam yurduna erişmek her müminin en nihai gayesidir. “Allah, orada müminleri selamlar”, (Yasin, 58) “melekler müminleri selamlar”, (Ra’d, 24) “müminler de birbirlerini selamla karşılarlar.” (İbrahim, 23)

Hazreti İbrahim ateşe atıldığında; “Ey ateş, İbrahim'e serin ol ve sadece serin olmakla kalma, selamet hâlini al, zira o benim halilim, dostumdur” buyuran merhametliler merhametlisi Rabbimizin bu tecelliyatını rahmet ekseninde dengeleyen esması Ya Selâm'dır. Gafur-ul Vedud olan Rabbimizin öncelikle Habibi'ne ve ardından Halil'ine bahşettiği ve ateşi bile gül bahçesine dönüştüren bu dostluk sırrı selâm'dır.

Cennet, selam yurdudur. Dünyada selamın en saf haliyle verildiği yer şüphesiz, insanların etiketsiz sırf kul olarak adım attıkları camilerdir. Bu bilinç Osmanlı’da kulların sadırlarından taşlara nakşedilmiştir. Öyle ki; İstanbul’un Selatin camilerinde Süleymaniye, Bayezid, Laleli, Yeni Camii, Eyüp Sultan ve diğerlerinde yüce Kur’an-ı Kerim’in ‘Selam’ ayetlerinin kitabelere işlendiğine şahit olmaktayız.

Süleymaniye Camii’ne adım attığımızda En’am suresi 54. ayet bizleri karşılar: “Selam olsun size! Rabbiniz kendi üzerine rahmeti(merhameti) yazdı.” Bayezit ile Valide-i Cedid Camiilerine girdiğimizde ise kitabelerde Nahl Suresi 32. ayet o büyük müjdeyi selam ile verir: “Selam size, yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin Cennete.”

Selam yurdu olan cennete gitmenin yolu ‘Selam’ı yaymaktan geçer. Bu selam inananlar arasındaki muhabbetin temel taşıdır. Muhabbet ise imanın temel taşıdır. İman, selam yurdu olan Cennet’in tek anahtarıdır. Dünyada huzur, esenlik, sükûnet, selamet, güvene erişenler ancak yüce cennete layık olanlardır. Cennete girebilmek için selamın ruhuna erişmek gerekir.

Tüm mükafatlarına kavuşmuş cennet ehlinin durumunu Muhyiddin İbnü'l Arabî şöyle ifade eder;

“Her organın, orucu karşılığında alacağı bir mükâfat vardır. Dilin ödülü, onların dua etmesidir. O dille;‘Allahım! Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim’ demeleri, birbirlerine esenlik dilemeleri ise ‘Selâm’ demeleridir.” (Yûnus, 10). Kulağın ödülü, ‘Oradan ne boş bir sözün ne de günah olan bir şeyin girmemesidir. Bu sayede onlara hitâben söylenen ‘Selâm, Selâm’ sözlerini işiteceklerdir.” (Vâkı’a, 25-26)

İSLAM SELAM MEDENİYETİDİR

İslam selam medeniyetidir. Medine’de yapılan cihatlar vesilesiyle yepyeni bir millet doğdu. Sağlıklı, güçlü ve dengeli bir İslâm toplum yapısı ortaya çıktı. O'nunla, yegâne örnek olan Muhammed Mustafa Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm insanlık tarihinin en muhteşem medeniyetini doğurdu. Bizim tek kurtuluşumuz bütün İslam dünyasını yeniden bir yürek, kardeş ve ümmet olup Medine medeniyetine eriştirmekten geçmektedir.

Muhammed İkbal bunu şu güzel sözleriyle ifade etmiştir: “Çok şükür Batı medeniyetinin ışığı benim gözlerimi kamaştıramadı. Çünkü benim gözüm Medine-i Münevvere sürmesiyle sürmelenmiştir. Evet, ben Avrupa'da yıllarca tahsil gördüm, uzun müddet o fırının içinde kaldım. Fakat çıkarken Hz. İbrahim'in Nemrut'un ateşinden çıktığı gibi tertemiz çıktım. Bütün etrafım, gül-gülistan oldu.”

Selam medeniyetinin temel taşı sünneti seniyyedir. Muhammed Esed, bu hususu şu sözlerle özetlemiştir: “İslam vücudunun, hem sağlık hem de hastalık zamanında yönelebileceği, bünyesine sindirerek organlarının tam mânâsıyla kuvvetlenmesini ve hayat imkânı kazanmasını temin edeceği tek ilâç, Rasûl-i Ekremin, aleyhis-salât ü ves-selâmın sünnetidir. Rasûlullah, aleyhis-salât ü ves-selâm’ın sünnetini uygulamak, İslâm’ın varlığını ve ilerlemesini korumak demektir. Sünnetin terki ise, İslâm'ın çökmesidir. Sünnet, İslâm binasını tutan çelik iskelettir. Sen, herhangi bir binanın iskeletini yok edince, kâğıttan bir baraka gibi onun çökmesine şaşar mısın? Bir Müslümanın hayatının, onun ruhi ve bedeni varlığı arasında tam ve mutlak bir dayanışma üzerinde durması nasıl gerekli ise, Peygamberimiz'in yolunun da hayâtımızı bir bütün olarak (en derin ahlâki, ameli, şahsi ve içtimai davranışların tümünü) kucaklaması gereklidir. İşte, sünnetin en derin mânâsı budur.”

Hiçbir çağda selam ruhunu yaşatma ihtiyacı daha önce bu denli gerekli olmamıştı. Tadilat, iyileşme, temizlenme ve şifa sürecini başlatmalıyız. Kalbimizi, Muhabbet-i Muhammedî'yi silen gaflet uykusundan uyandırmak bunun ilk adımıdır. Mücadelenin en önemli adımı sevgi tohumunu, ahiret tohumunu, iman tohumunu ekmektir. Toprağa ekilen tohumlardan hâsıl olan hoş kokulu meyveler gibi Rahman'ın zikrine dönüşür ve hamili olduğumuz Nur’u Muhammedi’ye doğru çekiliriz.  Böylece merhamet duygusu yeşerir, selamet, nur ve muhabbet doğar.

Müslümanların modern benlik virüsüne karşı en tesirli tedavisi ve tek ilacı; Hazreti Selman’ın şehadetidir: “Ben İslam oğlu Selman’ım. Ben dalaletteydim, Allah beni Muhammed aleyhisselâm ile hidayete erdirdi. Ben fakirdim, Allah beni Muhammed Mustafa’yla zenginleştirdi. Ben köleydim, Allah beni Muhammed Mustafa’yla özgürleştirdi.”

Selamet sıfatından mahrum kalan kişi kendisine, insanlara ve çevreye zarar verir. Mevlânâ Hazretleri bizlere muhteşem bir öğütte bulunuyor: “Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur. İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir. Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.”

Selamet sıfatını taşıyan kişinin her zaman faydası dokunur, insanlığa hizmet ve yardım eder, Allah’ın rızası için mücadele eder. Selam ruhunu yaşayabilmek samimiyet ister, rahmet ahlakı ister, dürüstlük ister. İnsanlar sadece ve sadece adalet, doğruluk ve dürüstlüğün zaferiyle huzuru, selameti ve güveni bulabilir. Kendisiyle yüzleşen, kendisiyle hesaplaşan kişi, ferahlık ve esenlik huzur bulur.

Selamete erişmek; mutlak kurtuluştur. Öyle ki her türlü hastalıktan, gafletten, kusurdan, sapıklıktan, münafıklıktan, sahtelikten, bencillikten, açgözlülükten, çirkinlikten temizleniştir. Selamete erişen kişinin kalp gözü açılır, gönül ekranında ilahî güzellikleri seyreder ve merhamet ve sevgi tecelli eder. Selamete erişen kişi, mütevazı, hayâ, fakr, ihtiyaç ve sevgi dolu teslimiyet hâllerini yaşar.

Selamete erişen kişi, şuursuzluktan, duyarsızlıktan ve maddesel bağlantılardan tamamen kurtulur. Uyum, mutluluk ve özgürlüğü yaşar. İnsan gönlündeki benlik putundan ne kadar kurtulursa, marifet meyveleri toplanmaya başlanır, gül bahçeleri açılır, gönüllerde aşk yıldızları doğar. İnsan varlık hapishanesinden kurtulunca özgürlüğüne kavuşur; ebedi zenginliğe, ebedi mutluluğa, esenlik ferahlık, güven, selamet ve huzura erişir.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Sayı: 452