Kuran Okumaya Önem Vermek

KUR’ÂNIMIZ

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) ve ashâbının en mühim meşgûliyeti, Allah’ın Kitâbı’nı tefekkür etmek, anlamak ve öğrenmek; en büyük arzu ve iştiyakları da Kur’ân’ı tekrar tekrar okumak ve dinlemekti.

Bir mü’min küçük yaşta “Kârî-i Kur’ân” olarak başlar yolculuğuna. Bir müddet sonra kendisinin, âilesinin ve hocalarının fedâkârâne gayretleri ile “Hâfız-ı Kur’ân” olur. Onun mânasını idrak ederek “Âlim-i Kur’ân” olur. Bildiğiyle amel ederek “Âmil-i Kur’ân” olur. Ona hizmet etmeye başlayarak “Hâdim-i Kur’ân” olur. Bir müddet sonra şuurlanır, yüklendiği vazifenin şerefini idrak ederek “Hâmil-i Kur’ân” olur. En sonunda îmân, ilim ve amelle kemâle ererek “Ehl-i Kur’ân” arasına katılır, Allah’ın has kulu olur.

Bu mukaddes yolculuğun başı Kur’ân’ı okumaktır. Allah Teâlâ her Müslümanın Kur’ân’dan kolayına gelen miktarda okumasını hastalıkta, sıhhatte, rızık için koştururken, cihatta, hâsılı her vakitte ve şartta emretmiştir. Müzzemmil sûresinin başında gecenin yarısını, biraz fazlasını veya azını Kur’ân ve teheccüdle geçirmeyi emretmişti. Rasûlullah (s.a.v) ve ashâbı bir sene boyunca uzun uzun namazlar kıldılar. Ayakları şişti ve çatladı. Merhametli Rabbimiz bir sene sonra bu emrini hafifleterek şöyle buyurdu:

“…Artık, Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki, içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah’ın lütfundan (rızık) aramak üzere yeryüzünde yol yürüyecek, diğer bir kısmınız da Allah yolunda çarpışacaktır. O halde Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun…” (el-Müzzemmil 73/20)

EN BÜYÜK ÖRNEK ŞAHSİYETİMİZ

En büyük örnek şahsiyetimiz olan Rasûlullah (s.a.v) Efendimizʼin Kurʼân-ı Kerîm’le ülfet ve ünsiyeti zirve noktadaydı. Her vesîleyle Kurʼân-ı Kerîm okurlardı: Namazlarda, gece ibadetlerinde ve bilhassa teheccüd namazlarının kıyamlarında uzun uzun Kurʼân okur ve buna her gün düzenli bir şekilde devam ederlerdi. İnsanlara İslâm’ı anlatırken, Cuma namazında hutbe okurken Kur’ân-ı Kerîm tilâvet ederlerdi. Yolculukta bile Kur’ân okuyarak seyrederlerdi. Şu meşhur hâdise bunun en kuvvetli şâhididir: Hicret esnasında Sürâka, Peygamber Efendimiz’i yakalamak maksadıyla atını dörtnala kaldırmıştı. Hicret kâfilesine, Rasûlullah (s.a.v)’in okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’i işitecek kadar yaklaştı. Efendimiz’in okuduğu Kur’ân’ı işittiği sırada, birden Sürâka’nın atının ön ayakları kuma battı ve dizlerine kadar gömülüverdi…[1] Yine Allah Rasûlü (s.a.v), devesinin üzerinde Mekke’ye girerken, tercî‘ yaparak yumuşak, kolay ve akıcı bir kıraatle Fetih Sûresi’ni okuyorlardı.[2]

Bir rivayete göre Allah Rasûlü ve ashâbı umumiyetle her gün düzenli bir şekilde Kur’ân-ı Kerîm’in yedide birini okurlardı.[3] Medîne’ye gelen Sakîf kabilesi heyetinde bulunan Evs b. Huzeyfe (r.a) şöyle anlatır: “Rasûlullah (s.a.v) bir gece yatsıdan sonra uzun müddet yanımıza gelmediler. Biz:

«–Yâ Rasûlallah! Yanımıza gelmekte niçin geç kaldınız?» diye sorduk. Efendimiz (s.a.v):

«–Her gün Kur’ân’dan bir hizb okumayı kendime vazîfe edinmişimdir. Bunu yerine getirmeden gelmek istemedim» buyurdular. Sabah olunca ashâb-ı kirâma; «Siz Kur’ân’ı nasıl hizipleyip okursunuz?» diye sorduk. Onlar:

«–Biz sûreleri ilk üçünü bir hizb, sonra devamındaki beş sûreyi ikinci bir hizb, daha sonra sırayla yedi, dokuz, on bir ve on üç sûreyi birleştirerek birer hizb yaparız. En son olarak da Kâf sûresinden sonuna kadar mufassal sûreleri bir hizb yaparak Kur’ân-ı Kerîm’i yedi günde okuruz» dediler.”[4]

PEYGAMBERİMİZİN VE ASHÂBININ EN MÜHİM MEŞGÛLİYETi

Sahâbe-i kirâmdan Ebû Talha (r.a) bir gün Peygamber Efendimiz’in yanına vardığında, onun ayakta durmuş, Ashâb-ı Suffe’ye Kur’ân öğretmekte olduğunu gördü. Allah Rasûlü (s.a.v), açlıktan iki büklüm olan belini doğrultmak için karnına taş bağlamıştı. İşte bu şekilde Rasûl-i Ekrem Efendimiz ve ashâbının en mühim meşgûliyeti, Allah’ın Kitâbı’nı tefekkür etmek, anlamak ve öğrenmek; en büyük arzu ve iştiyakları da Kur’ân’ı tekrar tekrar okumak ve dinlemekti.[5]

Onların içinde 3 günde bir hatmeden kimseler vardı. Daha erken bitirmek isteyenler de vardı ama Rasûlullah (s.a.v) 3 günden az sürede hatmedenlerin Kur’ân’ı hakkıyla anlayamayacağını, âyetleri üzerinde tefekkür edemeyeceğini bildirdiği için bunu tercih etmiyorlardı. 5 günde okuyan vardı. Umumiyetle 7 günde bir hatmediyorlardı. Buna gücü yetmeyen 10, 15 veya 20 günde okuyordu. Bir kısmı ayda bir hatim indiriyordu. En az okuyan 40 günde Kur’ân’ı bitiriyordu.[6]

Sahâbe ve tâbiûn hatim meclislerinde bulunmaya çok hırslı idiler. Kur’ân’ın hatmedildiği esnâda toplanırlar ve o vakitte rahmetin inip duaların kabul edildiğini söylerlerdi. İbn Abbâs (r.a) bir kişiyi vazifelendirir, o da mescidde Kur’ân okuyan kimseleri takip ederdi. Biri Kur’ân’ı bitireceği zaman hemen İbn Abbâs’a haber verir, o da gelip hatim esnâsında orada bulunarak[7] rahmete nâil olmak isterdi.

Allah Rasûlü (s.a.v) ashabıyla birlikte ümmetini de Kur’ân’dan belli bir miktarı günlük vird edinmeye davet etmişlerdir. Bunu şu sözlerinden anlıyoruz:

“Bir kimse, geceleri okuduğu hizbini (Kur’ân, zikir ve duasını) okumadan veya tamamlayamadan uyur da, sonra onu sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, gece okumuş gibi sevap kazanır.”[8]

Rasûlullah Efendimiz Kur’ân sofrasından istifade etmeye şöyle teşvik ederlerdi:

“Her ziyafet çeken, ziyafetine (insanların) gelmesini ister ve bundan hoşnud olur. Kur’ân da Allah’ın ziyafetidir; ondan uzak durmayınız!”[9]

Abdullah b. Mes’ûd (r.a) şöyle demiştir: “Şüphesiz bu Kur’ân Allah’ın ziyâfetidir. Ondan gücünüz yettiğince alın!”[10]

Rasûlullah (s.a.v) Kur’ân okumanın insanı değiştireceğini, onu tatlandırıp güzelleştireceğini şöyle haber verirler:

“Kur’ân okuyan mü’min portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’ân okumayan mü’min hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’ân okuyan münâfık fesleğen gibidir: Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’ân okumayan münâfık Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır.”[11]

ASHÂB-I SUFFE

Allah Rasûlü (s.a.v), Muhâcir olsun, Ensâr olsun, bütün ashâbını çok sevmekle birlikte, Kur’ân talebeleri olan Ashâb-ı Suffe’ye ayrı bir muhabbet duyarlardı. Bunu fark eden ashâb-ı kirâm, Allah ve Rasûlü’nün muhabbet dairesine girebilmek için Kur’ân-ı Kerîm’i çokça okur; onu okumadıkları ve sayfalarına bakmadıkları bir günün geçmesini istemezlerdi. Günlerine Kur’ân ile başlar, göz rahatsızlığı olanlara da Mushaf-ı Şerîf’e bakmayı tavsiye ederlerdi.[12] Allah aşkıyla dolu gönüllerindeki ilâhî vuslat iştiyâkını, Rabbimizʼin kelâmıyla bir nebze olsun tesellîye çalışırlardı.

Abdullah bin Ömer’in âzadlısı Nâfî’ye:

“–Abdullah evinde ne yapardı?” diye sorulduğunda:

“–İnsanlar onun yaptığını yapamaz! O, her vakit namazı için abdest alır ve bu iki vakit arasında Mushaf’ı açar, devamlı Kur’ân okurdu” demiştir.[13]

Onlar vakitlerini çok iyi değerlendirir, lüzumsuz işlere zaman harcamazlardı. Akşam erken yatıp gecenin ortasında kalkar, uzun uzun Kur’ân okur ve namaz kılarlardı. Nitekim İmâm Ebû Hanîfe, İbrâhim en-Nehaî’den Hz. Ömer’in şöyle dediğini nakleder:

“Verimsizlik ve kuraklığın en büyüğü, yatsı namazından sonra konuşarak vakit zâyî etmektir. Ancak namaz kılmak ve Kur’ân kıraati bunun hâricindedir.”[14]

Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in şu sözleri ashâb-ı kiramın hazarda ve seferde ne denli Kur’ân ile meşgul olduklarını anlatmaktadır:

“Ben, yumuşak kalpli Eş‘arî kabîlesinin gece (evlerine) girerken okudukları Kur’ân seslerini çok iyi tanırım. (Sefer esnâsında) gündüz nereye konakladıklarını görmesem bile, gece onlardan yükselen Kur’ân sesinden yerlerini hemen tanırım…”[15]

Ashâb-ı kirâm bilhassa Kur’ân ayı olan Ramazan’da Kelâmullah ile bağlarını daha fazla kuvvetlendirirlerdi. Sâib bin Yezid (r.a) şöyle anlatır:

“Hz. Ömer, hilâfeti zamanında, Übey bin Kâ’b ile Temîm ed-Dârî’ye, (Ramazan geceleri) cemaate imam olarak 11 rekât namaz kıldırmalarını emretti. İmam namazda âyet sayısı yüz civârında olan (Yûsuf, İsrâ, Kehf gibi) sûrelerden okuyordu. Öyle ki, namaz çok uzun olduğu için bastonlara dayanıyorduk. Namazdan ancak şafak yükselmeye başlayınca dönüyorduk.”[16]

MUHAMMED (A.S)’IN ASHÂBI VE ONLARI İHSÂN ÜZERE TÂKİP EDEN TÂBİÎN ŞU BEŞ ŞEY ÜZERE İDİLER

Ashâb-ı kirâmın en güzel şekilde yetiştirdiği güzîde talebeleri “Tâbiîn” de aynı şekilde Kur’ân tilâvetine ehemmiyet verirlerdi. Nitekim İmâm Evzâî şöyle demiştir: “Şöyle denirdi: Muhammed (a.s)’ın ashâbı ve onları ihsân üzere tâkip eden tâbiîn şu beş şey üzere idiler:

  1. Müslümanların topluluğu ile beraber olmak,
  2. Sünnete ittibâ etmek,
  3. Camiyi imar etmek (cemaate devam etmek),
  4. Kur’ân okumak,
  5. Allah yolunda cihâd etmek.”[17]

Kur’ân-ı Kerîm, hayatlarının her zerresine sirâyet etmişti. Onlar her şeye Kur’ân ile bakar, her hâdiseyi Kur’ân ile görür ve her dâim Kur’ân ile yaşarlardı. Meselâ Urve bin Zübeyr (r.a) tâze hurmaların olgunlaştığı günlerde bahçesinin duvarından bir kapı açardı, insanlar oradan girip tâze hurma yer ve evlerine götürürlerdi. Kendisi de bahçesine girdiğinde, oradan çıkıncaya kadar devamlı şu âyet-i kerîmeyi tekrar ederdi:

“Bağına girdiğin vakit «Mâşâallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır» deseydin ya!» (el-Kehf 18/39)

Urve (r.a) hergün Mushaf’a bakarak Kur’ân’ın dörtte birini okurdu. Daha sonra, bu dörtte birlik kısımla geceyi ihyâ eder, namaz kılardı. Bu virdini hiç terketmedi, sadece kangren olan ayağının kesildiği gece okuyamadı. Lâkin bir sonraki gece bu âdetine tekrar devâm etti.[18]

Tâbiînin büyük âlimlerinden Ebü’z-Zinâd’ın (ö. 130/748) şu sözleri de oldukça dikkat çekicidir:

“Seher vakti evden çıkıp Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Mescid’ine giderdim. Yanından geçtiğim her evde mutlaka Kur’ân okuyan biri olurdu.” Yine o şöyle demiştir: “Biz genç iken bir iş için dışarı çıkmak istediğimizde arkadaşlarla «Kurrânın kalktığı vakit buluşalım» diye vakit tayin ederdik.”[19] Yani sahâbe ve tâbiîn devrinde gece kalkıp Kur’ân okumak yaygındı. Bu sebeple gecenin yarısından sonraki vakitler günlük konuşmalarda “Kurrânın kalktığı vakit” diye anılırdı.

Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerîm’i sadece okumak değil, yazılarına bakmak bile, onunla ünsiyetin bir vâsıtası olduğundan, makbûl ve hattâ sevap sayılmıştır. Nitekim sahâbî Ebû Mûsâ el-Eşʻarî (r.a), “Rabbimin kelâmına günde en az bir defa bakmamış olmaktan hayâ ederim!” dermiş.[20]

Dipnotlar:

[1] Bkz. Ahmed, 4: 176; Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 45; Hâkim, 3: 7; İmam Zührî, Megâzî, s. 102-103; Abdurrezzak, 5: 393-394; Beyhakî, Delâil, 2: 487; İbn Cevzî, el-Vefâ, 1: 241; İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, 1: 185; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 326; İbn Kesîr, el-Bidâye, 3: 185.

[2] Buhârî, Meğâzî, 48, Fedâilü’l-Kur’ân, 30; Müslim, Cihâd, 87; Vâkıdî, 2: 831-832.

[3] Bkz. Müslim, Müsâfirîn 142; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4: 9; İbn Mâce, Salât 178.

[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4: 9; İbn Mâce, Salât 178.

[5] Ebû Nuaym, Hilye, 1: 342.

[6] Bkz. Buhârî, Savm 55, 56, 57, Teheccüd 7, Enbiyâ 37, Nikâh 89; Müslim, Sıyâm 181-193; Ebû Dâvûd, Vitr, 8, 9/1388-1395; Tirmizî, Kırâât, 11/2946-2949; Dârimî, Salât, 173; Muvatta’, Kur’ân, 4; Ebû Ömer Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed b. Abdilberr (v. 463/1071), el-İstizkâr, thk. Sâlim Muhammed Atâ - Muhammed Ali Muavviz (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1421/2000), 2: 477. Bu hususta İmâm Abdülhayy el-Leknevî’nin İkâmetü’l-hucce alâ enne’l-iksâra fi’t-teabbüd leyse bi-bid‘a, (Haleb 1386) isimli eserinde çok sayıda misâl bulmak mümkündür.

[7] Bkz. Nevevî, et-Tibyân, s. 131-133.

[8] Müslim, Müsâfirîn, 142.

[9] Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 1.

[10] Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 1.

[11] Buhârî, Et’ime 30 Fedâilü’l-Kur’ân 17, Tevhîd 36; Müslim, Müsâfirîn 243.

[12] Bkz. Beyhakî, Şuab, 3: 516/2047; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 7: 165.

[13] İbn Sa‘d, 4: 170.

[14] Muhammed bin Hasan eş-Şeybânî, el-Âsâr (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.), 1: 367.

[15] Buhârî, Meğâzî, 38.

[16] Muvatta’, es-Salâtü fî Ramadân, 4.

[17] Ebû Nuaym, Hilye, 6: 142.

[18] Beyhakî, Şuab, 3: 513/2038. Krş. Zehebî, el-İber, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts., 1: 82

[19] Ebû Abdillâh Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Muhtasaru kıyâmi’l-leyl, ihtisar eden: Ahmed b. Ali el-Makrîzî (Faysalâbâd: Hadis Akademi Yay., 1408/1988), s. 98.

[20] Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-usûl, Beyrut, 3: 254.

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınları