Kur’ân-ı Kerim’e Göre Mümin Yüreği

HAYATIMIZ

Gönül nasıl genişler? Mümin günah işler mi? Mümin bir kalbe sahip olan kimselerin vasıfları nelerdir? Kur’ân-ı Kerim’e göre mümin yüreğin özellikleri.

Kur’ân-ı Kerim mü’min isminin ancak “gönüllerine iman girmiş” kimselere verilebileceğini belirtir[1]. Hak elçisinin “Rabbinize iman ediniz” dâvetine “iman ettik” diyerek icâbet edenlerin “Allah gönüllerine imânı yazmış”[2] ve onu “kalplerine sevdirerek güzel göstermiştir.”[3]

GÖNÜL NASIL GENİŞLER?

İmanın gönle girmesinin ilk semeresi, “gönül genişliği”nin gerçekleşmesidir.[4] İlâhî lütufla böyle bir nimete mazhar olan kalbin sahibi artık, “Rabbinden bir nur üzerinde”[5] olduğu için, “kalbi Allah’ı anmaya karşı yumuşamıştır.”[6] Nimet, şükrü gerektirir. Nankörlükle imânı bağdaştırmak mümkün değildir. Bu sebeple müminlerin kalplerinin hiç vakit geçirmeden, bir an önce “Allah zikrine ve O’nun emirlerine saygı ile boyun eğmeye” yönelmesi gerekmektedir.[7] “Kalpleri saygı ve tevâzû ile Allah’a dönen”ler ilâhî müjdeye kavuşacak olanlardır.[8] Hem bilinmelidir ki, “kalpler ancak Allah zikri ile mutmain olur.”[9] Binâenaleyh gerçek akıl sâhibi (ülü’l-elbâb) olan müminler, gafletten uzak olmalı ve “ayakta iken, otururken ve yanı üzere yatarken hep Allah’ı anmalıdırlar.”[10] Hatta gaflet sirâyet etmemesi için “gâfillere uymamalı, “hevâsına boyun eğenlere” iltifat etmemelidirler.[11] Unutmamak gerekir ki, her günâhın temelinde, gaflet tohumu vardır.

MÜMİN GÜNAH İŞLER Mİ?

“Mümin hiç günâh işlemez” gibi bir yargıda bulunmak, insan fıtratını ve ilâhî irâdeyi gereği gibi tanıyamamanın bir sonucu olarak görülebilir. Bununla beraber, “her günahda küfre giden bir yolun olduğunu” da hatırdan çıkarmamak gerekmektedir. Bu sebeple, günaha düşmeme titizliğini her an taşımakla beraber, günahlara düşüldüğünde de nedâmeti, tevbeyi, inâbeyi (gönlün Hakk’a yönelmesini) ve bağışlanma talebini (istiğfârı) ihmal etmemek zarûri olmaktadır. Zîra her bir günahın kalbin kararmasına bir ölçüde katkıda bulunduğu gerçeği[12], göz ardı edilemez. Tevbe geciktirilir, günah çoğalırsa, kalpte yaraların açılması ve kalbin paslanması kaçınılmaz olacaktır.[13]

Yaralı kalp, hastalığın tesiriyle fonksiyonlarını (idrâk etme, anlama, görme, ibret alma vb.) gereği gibi yerine getiremeyeceğinden, şüphelere düşecek ve teslimiyeti zedelenecektir. Hastalık daha da ilerlemeden tevbe, istiğfar, zikir ve Kur’an şifâsıyla mümin, gönül yarasını iyileştirmeye çalışacak ve Allah’ın muvaffak kılması için de bu konuda duâya sımsıkı sarılacaktır.

MÜMİNLERİN VASIFLARI

Mümin gönlü, kuş kalbi gibi kıpır kıpır olan bir gönüldür.[14] Bu gönül, Allah zikrinden ürperdiği gibi[15], yapılan amellerin kabul edilip edilmediği endişesinden bile ürperir.[16] Bu ürperme, sevgiyle iç içe olan bir korku sebebiyledir. Allah Teâlâ, müminlerden böyle bir gönül hassasiyeti istemektedir.[17] Allah’a ve şeâirine tazim, ancak inanmış bir gönülden beklenebilir.[18] Zîra mümin gönlünde Allah sevgisi çok şiddetlidir.[19] Bu sevgi uğruna malını da canını da kolaylıkla fedâ edebilir.[20]

İnanmış gönlün diğer bir vasfı da yaratıklara karşı şefkatli ve merhametli olmaktır.[21] Hatta merhamet imanın ilk meyvelerinden biridir. Denilebilir ki insanın Allah katında kıymetinin oluşmasında ve bereketinin artmasında en tesirli vasıta, yaratıklara karşı merhamet ve şefkat kanatlarının açılmasıdır. Mü’min bu yönüyle rahmet peygamberinin izinde bir rahmet insanı olma sorumluluğunu hissetmelidir. Rahmetin hem yara sarıcılığı hem de yeni inşa ve ihyalara vesile olma özelliği unutulmamalıdır. Şefkat ve merhamet sadece gönülde oluşan sıradan bir duygu değil, bütün imkan ve fırsatları değerlendirip harekete geçmeyi ve gereğini yapmayı da içine alan bir eylemdir.

Allah Teâlâ, müminlerin gönülleri daha da berraklaşsın diye, onları zaman zaman takvâ sınavına tâbî tutar.[22] Çünkü Allah katında üstünlük ölçüsü takvâdır.[23] Bu sebeple mümin, tüm gayretini takvâyı elde etmeye sarf etmelidir.[24] Nitekim yapılan amellerde Allah’a ulaşan, gönüllerdeki takvâ ve güzel niyetlerdir.[25] Niyetsiz yapılan işler, boşu boşuna katlanılan yorgunluklardır.[26] Gönül Hakk’ın nazargâhı olduğundan[27], orayı arı duru hâle getirmek ve yalnız Mevlâ’ya çevirmek, mümin için gerekli bir vazife olmuştur. İnananlara, yaşayışı güzel bir örnek olarak takdim edilen Hz. İbrahim[28] gibi “selîm bir kalp”le Rabb’in huzuruna varmak[29] her müminin yegâne hedefi olmalıdır.

Kalplerde taşınan hedeflerde tevhidin olması halinde, cemâatin teşekkülü artık kolaydır. Yüce Allah, mârufu emreden ve münkerden sakındıran hayırlı ümmeti[30], kalplerini imanla ülfet ettirerek oluşturmuştur.[31] Ümmetin sorumluluğunu yüklenen yöneticiler de böyle bir topluluğu dağıtmamak için kaba ve sert davranışlar sergileyen kimseler değil yufka yürekli olmak zorundadırlar.[32]

Mü’min yüreği Hakk’ın nazargâhı olması yönüyle de daima O’na yönelen bir kıvamı kazanma gayreti içinde olmalıdır. Kur’ân-ı Kerim Allah’a daimî bir şekilde böylesi yönelen kalpleri metheder ve onlardan “Münîb kalb” diye bahseder.[33]

Netice olarak diyebiliriz ki, Kur’an’da kalbe nispet edilen olumlu niteliklerin tümü, “mümin kalbi”nin vasıflarıdır. İnanmış kalp, zaman zaman gaflet neticesi işlenmiş olan günahlarla yaralanıyorsa da tevbe ve istiğfârla yeniden eski haline gelebilmektedir.[34] Fakat ihmal edilir de hastalık ilerlerse şüphe karanlığı, kalbi içinden çıkılmaz çukurlara düşürebilir. Böyle bir acı sonla karşılaşmamak, ancak Allah’ı anarak gönlü mutmain hâle getirmekle mümkündür. “Selîm bir kalple” Allah huzuruna varan mümine cennet daveti, şu hitapla yapılacaktır: “Ey huzûra eren (mutmain) nefis! Sen O’ndan O da senden hoşnûd olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!”[35]

Dipnotlar:

[1] el-Hucûrât 49/14. [2] el-Mücâdele 58/22. [3] el-Hucurât 49/7. [4] el-En‘âm 6/125 [5] ez-Zümer 39/22. [6] ez-Zümer 39/23. [7] el-Hadîd 57/16. [8] el-Hacc 22/34, 54. [9] er-Ra‘d 13/28. [10] Âl-i İmrâr 3/191. [11] el-Kehf 18/28. [12] Tirmizî, Tefsir, 83; İbn Mâce, Zühd, 29. [13] el-Mutaffifîn 83/14; el-Ahzâb 33/32. [14] Müslim, Cennet, 27. [15] el-Hacc 22/35. [16] el-Mü’minûn 23/60. [17] el-Enfâl 8/2. [18] el-Hacc 22/32. [19] el-Bakara 2/165. [20] et-Tevbe 9/111. [21] el-Hadîd 57/27. [22] Âl-i İmrân 3/141, 154; el-Hucurât 49/3. [23] el-Hucurât 49/13. [24] Âl-i İmrân 3/102. [25] el-Hacc 22/37. [26] Buhârî, Bedü’l-vahy, 1, Îmân, 41; Müslim, İmâre, 155. [27] Müslim, Birr, 34; İbn Mâce, Zühd, 9. [28] el-Mümtehıne 60/4. [29] es-Saffât 37/84. [30] Âl-i İmrân 3/110. [31] Âl-i İmrân 3/103. [32] Âl-i İmrân 3/159. [33] Kaf 50/33 [34] Tirmizî, Tefsir, 83; İbn Mâce, Zühd, 29. [35] el-Fecr 89-27-30.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 456