Kulluk Edebi Nasıl Olmalı?

TEFEKKÜR

Kulluk edebi nasıl olmalıdır? Hz. Musa’yı (a.s.) benlikten kurtaran konuşma...

Kulluk edebi; hatâ ve kusurları nefsinden, bütün muvaffakıyetleri ise Allah’tan bilmeyi gerektirir.

Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:

“«Amel işlemen gerekmez!» demiyorum. Lâkin yaptığın ameli acaba sen mi yapı­yorsun, yoksa sana yaptırılıyor mu, bunu bil­men gerekir. Aslında kul, Allâh’ın sermayesiyle ticaret yapmaktadır. Sermayeyi Allâh’a verip gittiğinde, evvel de Al­lah, âhir de Allah, ortası da Allah’tır. Ticaretin O’nun sâyesinde kâr eder, senin sâyende değil! Pazarda kendisi için pay görene, oraya yol yoktur.” [1]

[Kulluk edebi; hatâ ve kusurları nefsinden, bütün muvaffakıyetleri ise Allah’tan bilmeyi gerektirir.

Unutmamalıyız ki hepimiz yoktan var edildik. Var olmak için ve milyonlarca varlık içinde eşref-i mahlûkat olan “insan” kılınmak için bir bedel ödemedik. Rabbimiz bize farkında olduğumuz ve olmadığımız sayısız lûtuflarını meccânen ve keremen ihsân eyledi.

O’na şükür için yaptığımız ibadet, tâat, hizmet ve amel-i sâlihler de O’nun bize bir lûtfu. Zira O bize bu yolda güç ve imkân verdiği için biz bunlara muvaffak kılınıyoruz. Dolayısıyla kendimize âit hiçbir sermayemiz yok. Sırf Allâh’ın bize verdikleriyle, O’nun rızâsını celbetmeye çalışıyoruz.

Bir düşünelim: Cenâb-ı Hak bize göz nîmetini lûtfetmese biz nasıl görebilirdik? Vücûdumuza güç-kuvvet vermese biz nasıl bir şeyler elde edebilirdik? Bize tefekkür melekelerini vermese nasıl düşünebilirdik?..

Velhâsıl, elimizde ne kadar güç ve sermaye varsa hepsi Cenâb-ı Hakk’a âit. Bu sebeple bir müslümanın lügatinde ben olmayacak. Gönlünde benlik dâvâsı bulunmayacak. Kulluğunu unutmayacak. Elindeki bütün nîmetleri Hak’tan bilecek; “Ben yaptım, ben kazandım!” demeyip dâimâ; “Sen lûtfettin yâ Rabbi; bu, Rabbimin fazlındandır!” diyecek…

HZ. MUSA’YI (A.S.) “BEN”LİKTEN KURTARAN KONUŞMA

Ri­vâyete göre Ce­nâb-ı Hak, Hazret-i Mûsâ’ya:

“Fi­ra­vun’a git; çün­kü o iyi­ce az­dı...” (Tâ­hâ, 24) buyurduğu za­man Mû­sâ -aleyhisselâm- âi­le ef­râ­dı­nı ve da­var­la­rı­nı zâ­hir­de emâ­net ede­ce­ği bir kim­se ol­ma­dı­ğın­dan:

“–Yâ Rab­bi! Ev hal­kım ve da­var­la­rım ne ola­cak?” de­di.

Bu­nun üze­ri­ne Ce­nâb-ı Hak şöy­le bu­yur­du:

“–Ey Mû­sâ! Ben’i bulduktan sonra başka ne istersin? Sen Ben’im em­ri­mi edâ­ya koş! Ba­na bağ­lan ve teslîmiyet gös­ter! İs­ter­sem, kur­du ko­yun­la­rı­na ço­ban yapar ve meleklerimi de âilene muhâfız kılarım.

Ey Mû­sâ! Ne­dir bu dü­şün­dü­ğün? Annen Sen’i de­ni­ze bıraktı­ğı za­man Se­n’i kim kur­tar­dı? Bun­dan son­ra Sen’i annene tek­rar kim ka­vuş­tur­du? Ha­ni sen, bi­ri­ni ka­zâ ile öl­dür­müş­tün de Fi­ra­vun Sen’i ara­ma­ya ko­yul­muş ve öl­dür­me­ye az­met­miş­ti; o va­kit Sen’i on­dan kim muhafaza et­ti?..”

Mû­sâ -aleyhisselâm- bu sözleri hem din­li­yor, hem de her cüm­le­nin so­nun­da:

“–Sen, sen, sen yâ Rabbi!” di­yor­du.[2]]

Dipnotlar:

[1] Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 625.

[2] Ahmed er-Rufâî, Hâletü Ehli’l-Hakîkati Meallâh, s. 337.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları