Kötülüğe İyilikle Mukâbele Etmenin Hikmeti

Nübüvveti

Kötülüğe iyilikle mukâbele etmenin hikmeti nedir?

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in hayâtı, kötülüğe karşı af ve iyilikle mukâbele edebilmenin zirve tezâhürleriyle doludur. O, âlemlere rahmet olarak gönderildiği için, O’nun şefkat, merhamet ve muhabbeti, bütün insanları ihâta ederdi.

Bir gün kendisinden, ezâ ve cefâlarından iyice bîzâr oldukları müşriklere lânet etmesini istediler. O ise:

“Ben lânetçi olarak değil, âlemlere rahmet olarak gönderildim.” buyurdu. (Müslim, Birr, 87)

Zira O’nun azîz rûhu, eşsiz bir şefkat ve merhamet hazînesi olduğu için, en büyük gâyesi de, bütün insanlığın kurtuluşu idi.

İslâm’ı tebliğ etmek için Tâif’e gittiği zaman, câhil ve putperest Tâif halkı O’nu taşlamışlardı. Efendimiz (s.a.v.) geri dönmüş, hüzün ve gamla dolu bir hâlde yürürken Cenâb-ı Hak, Habîb’ini tesellî için Cebrâîl u ile Dağlar Meleği’ni gönderdi. Melek, dilerse oradaki iki dağı Tâiflilerin başına geçirebileceğini bildirdi. Âlemlere Rahmet Efendimiz ise:

“–Hayır, ben Cenâb-ı Hakk’ın, onların neslinden sadece Allâh’a ibâdet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim.” buyurdu. (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Müslim, Cihâd, 111)

EFENDİMİZ'İN BÜYÜK FÂZİLETİNİN TEZÂHÜRÜ

Tâifliler, hicrî 9. seneye kadar inançsızlıkta şiddetle direnip müslümanlara çok ağır zâyiat verdirdiler. Nihâyet müslümanlar daha fazla dayanamayıp:

“–Yâ Rasûlallâh! Sakîf Kabîlesi’nin okları ve mızrakları bizi yaktı, perişan etti. Artık şunlara bedduâ etseniz!..” diye ricâda bulundular. Fakat Peygamber Efendimiz (s.a.v.) :

“–Yâ Rabbî! Sakîf Kabîlesi’ne hidâyet nasîb eyle! Onları bize gönder!” diye niyâz etti. Bir müddet sonra Tâif halkı, Medîne-i Münevvere’ye gelerek İslâm ile şereflendi. (İbn-i Hi­şâm, IV, 134; Tirmizî, Menâkıb, 73/3942)

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)  Efendimiz’in bu yüksek fazîletinin en büyük tezâhürlerinden biri de Mekke’nin fethedildiği gün yaşanmıştır. Yıllarca müslümanlara olmadık zulümlerle âdeta kan kusturan ve terör estiren Mekkeli müşrikler, o gün müslümanların eline düşmüştü. Efendimiz’in mübârek ağzından çıkacak bir emir, hepsinin hak ettiği cezâyı bulması için kâfî idi.

Efendimiz (s.a.v.)  Kâbe’de toplanmış olan Mekkelilere:

“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu. Kureyşliler:

“–Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun!..” dediler.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) :

“–Ben de Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi; «...Size bugün (eski yaptıklarınız sebebiyle) hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.» diyorum. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!” buyurdu.

GÖNÜLLERİ İSLÂM'A ISINAN İNSANLAR

Bu muhteşem af, merhamet ve fazîlet karşısında Mekkelilerin kalplerindeki kin ve husûmet eriyip gitti; onun yerine, sevgi, dostluk ve samimiyet geldi. Gönülleri İslâm’a ısınan nice insan, hidâyet şerefine nâil oldu. O gün Mekkeliler üzerinde âdeta şu âyet-i kerîmenin hakîkati tecellî ediyordu:

“İyilik ve kötülük bir değildir. Sen kötülüğü en güzel bir tarzda önlemeye çalış. O zaman (göreceksin ki), seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan, sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet, 34)

Gerçekten de insanoğlu, dâimâ iyilik ve ihsâna mağluptur. İyilik ve ihsan, en şerir bir düşmanı bile ıslah etmeye kâfîdir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları