Kıyamet Günü İlk Hükmedilen İnsanlar

İSLAM

Gerçek îmân, sırf lafızda kalan bir sözden; ameller de, birtakım kuru ve rûhsuz hareketlerden ibâret değildir. Gönlün tâ derinliklerinden taşan samîmî duygularla yaratana inanmak ve ona bağlanmak, emir ve nehiylerini zevk ve şevkle kabûllenmek ve bu hâl ile amel-i sâlih icrâ ederken O’nun rızâsından gayrı bir maksada aslâ iltifat etmeyip değer vermemek îcâb eder.

Hadîs-i şerîfte buyurulur:

“Kıyâmet gününde aleyhinde ilk hükmedilen insanlar şunlardır:

Birincisi şehîd edilen kimsedir. O Allâh’ın huzûruna getirilir. Allâh kendisine olan nîmetlerini anlatır. O da, bunları îtiraf eder. Cenâb-ı Hakk:

«–Öyleyse bunlara karşı ne yaptın?» diye sorar.

Adam:

«–Yâ Rabbî! Senin uğrunda şehîd edildim.» der.

Allâh buyurur ki:

«–Yalan söyledin! Sen, yalnızca cür’etli ve cesur denilsin diye harbettin. Gerçekten öyle de denildi.»

(Sonra) onun hakkında emredilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.

İkincisi ilim öğrenen, başkalarına da öğreten, ayrıca Kur’ân okuyan adamdır. O huzûra getirilir. Allâh kendisine olan nîmetlerini anlatır. O da îtiraf eder. Cenâb-ı Hakk:

«–Bunlara karşı ne yaptın?» diye sorar.

Adam:

«–İlim tahsîl ettim. Onu başkalarına da öğrettim. Senin uğrunda Kur’ân da okudum.» der.

Allâh buyurur ki:

«–Yalan söyledin! Sen ilim öğrendin, ancak âlim denilsin diye; Kur’ân okudun, ancak o kârîdir, yâni kırâat ehlidir denilsin diye. Hakîkat öyle de denildi.»

Sonra hakkında emrolunur ve ateşe, yâni cehenneme atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.

Üçüncüsü Cenâb-ı Hakk’ın kendisini genişlettiği, malın her çeşidinden verdiği adamdır. O getirilir. Allâh ona olan nîmetlerini anlatır. O da bunları îtiraf eder. Cenâb-ı Hakk:

«–Öyleyse bunlara karşı ne yaptın?» diye sorar.

Adam:

«–Hakkında infâk edilmesini emir buyurduğun hiçbir yol bırakmadım. Malımı ancak senin yolunda harcadım.» der.

Cenâb-ı Hakk buyurur:

«–Yalan söyledin! Onları ancak cömerttir denilesin diye yaptın. Nitekim öyle de denildi.»

Sonra hakkında emredilir ve cehenneme atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.” (Müslim, İmâre, 152)

Bu hadîs-i şerîf, ihlâsın, amellerin Allâh katındaki kabul şartı olduğunu o derecede açık bir sûrette göstermektedir ki, gâye Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı olmadıkça zâhiren Allâh yolunda ölmek, ilim tahsîl etmek ve infâkta bulunmak gibi -haddi zâtında- en makbûl olan ameller bile sahibine fayda sağlamamaktadır.

O hâlde gerçek îmân, sırf lafızda kalan bir sözden; ameller de, birtakım kuru ve rûhsuz hareketlerden ibâret değildir. Gönlün tâ derinliklerinden taşan samîmî duygularla yaratana inanmak ve ona bağlanmak, emir ve nehiylerini zevk ve şevkle kabûllenmek ve bu hâl ile amel-i sâlih icrâ ederken O’nun rızâsından gayrı bir maksada aslâ iltifat etmeyip değer vermemek îcâb eder.

O hâlde bütün mes’ele ihlâs ve Allâh’a karşı samîmiyet sahibi olabilmektir. Bunun içindir ki, inanç temelinden ayrılmış olan bir ilim bile makbûl değildir. Zîrâ böyle bir ilim, Kur’ân’ın kasdettiği ve sahiplerini övdüğü ilimden uzaklaşmıştır. Fizik, kimyâ, astronomi, biyoloji, jeoloji ve benzeri gibi kâinât sisteminin kanunlarını ve hayatın prensip ve umdelerini araştıran ilimler de gönül zâviyesinden değerlendirilmelidir. Zîrâ bu ilimlerin muhtevâlarındaki hikmet ve kudret akışları da bir îmân zemînini teşkîl eder. Yâni bu ilimler materyalist arzular tarafından Allâh’tan uzaklaştırmak gâyesi ile kullanılmadıkça insanı Rabbine ve yaratılış sebebi olan kulluğa götürür. Kelime-i şehâdette karar kıldırır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam - İman - İbadet, Erkam Yayınları