Kısaca Madde Madde Vahyin Çeşitleri

PEYGAMBERİMİZ

Kısaca madde madde vahyin çeşitleri nelerdir? Nebevî hadis ve Kudsî hadis nedir? Kur’ân-ı Kerîm vahyi ile Kudsî hadis arasındaki fark nedir?

Peygamberimiz (s.a.v.)’e gelen vahyi genel mânada ikiye ayırabiliriz:

  • Birincisi; اَلْوَحْيُ الْمَتْلُوُّ (el-vahyu’l-metlüvv) yani Kur’an olarak okunan ve okunmasıyla ibâdet edilen vahiy.

Kur’ân-ı Kerîm’in tüm sûre ve âyetleri bu kısma girer. Bu kısım vahiy, bir hükümdarın elçisine yazılı bir mektup vererek “bunu falana oku” diye emretmesine, elçinin de bunu bir harfini bile değiştirmeden aynen okumasına benzer. Dolayısıyla bu çeşit vahiyde Allah Cebrâil’e “şu âyetleri al, hiçbir değişiklik yapmadan aynen aldığın gibi peygambere oku, peygamber de onu hiçbir harf ilave etmeden insanlara tebliğ etsin” buyurur.

  • İkincisi; اَلْوَحْيُ غَيْرُ الْمَتْلُوِّ (el-vahyu gayru’l-metlüvv) yani okunmayan vahiy. Buna “hadis/sünnet vahyi” de denilmektedir.

Cebrâil, Allah’tan aldığı vahyi peygambere getirir. Peygamber, Cebrâil’den aldığı mânaları kavrayarak kendi ifadeleriyle insanlara aktarır. Bu da bir elçinin, hükümdarın taleplerini, öz itibariyle bunlarda bir değşiklik yapmaksızın, kendi ifadeleriyle ilgili kişilere aktarmasına benzer.

Konuyu iyi anlayabilmek için “Nebevî hadis”, “Kudsî hadis” ve bunlar arsındaki farkı izah etmekte fayda vardır. Kısaca belirtmek gerekirse:

“Nebevî hadis”, “Peygamberimiz (s.a.v.)’e izafe edilen söz, fiil, takrir ve sıfatların bütünüdür.”

“Nebevî hadis”i iki kısma ayırmak mümkündür:

“Tevkifî olan Nebevî hadis”: Peygamber Efendimiz’in mâna ve muhtevasını vahiyden yani Rabbinden alıp kendi sözleriyle insanlara açıkladığı dinî gerçeklerdir. Dolayısıyla bu çeşit hadiste mâna Allah’tan lafızlar ise Peygamber’dendir.

“Tevfîkî olan Nebevi hadis”: Peygamberimiz (s.a.v.)’in vahiy kaynaklı olmaksızın bizzat kendi akıl ve içtihadını kullanarak bir konuda görüş beyan etmesi veya âyetlerden bir mâna çıkarmasıdır. Bu kısım hadiste eğer Peygamberimiz doğruyu isabet buyurursa vahiy onun doğruluğunu ikrar eder. Eğer Peygamberimiz bu görüşlerinde hata ederse, vahiy gelerek o hatayı düzeltir. Nitekim Bedir esirlerinin öldürülmesi veya onlardan fidye alınması konusunda istişare neticesinde Efendimiz (s.a.v.), Hz. Ebûbekir’in fidye alınması yönündeki görüşünü benimsemiş, fakat gelen Enfâl sûresi 67. âyet, Peygamberimiz (a.s.)’ın bu konuda hata ettiğini bildirmiş, doğru görüşün esirleri öldürmek olduğunu haber vermiştir.

Bunun anlamı şudur: İster “tevkifî” olsun ister “tevfikî” olsun Efendimiz (s.a.v.)’in dinle alakalı bağlayıcı tüm hadisleri vahyin onayından ve ikrarından geçmiştir. Hepsi vahiy kaynaklıdır. Nitekim şu âyet-i kerîme bu gerçeği bildirmektedir:

“Peygamber, asla kendi arzu ve hevesine göre konuşmaz. Onun bildirdikleri, kendisine Allah tarafından gelen vahiyden başka bir şey değildir.” (Necm 53/3-4)

“Kudsî hadis” ise, “Peygamberimiz (s.a.v.)’in Allah Teâlâ’ya izafe ederek naklettiği sözlerdir. Efendimiz o sözü Allah kelamı olarak nakleder. Burada Efendimiz, kendi ifadeleriyle Allah kelamının râvisi olmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm vahyi ile Kudsî hadis arasında şu farklar vardır:

  • Kur’ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ’nın lafzı ve mânasıyla birlikte Peygamberimiz (s.a.v.)’e vahyettiği, Araplara meydan okuduğu, Arapların onun en küçük bir sûresine bile benzer bir söz getirmekten âciz kaldıkları Allah kelamıdır. Kur’an’ın bu meydan okuması devam etmektedir ve Kur’an kıyamete kadar mûcize olarak kalacaktır. Hadis-i kudsîde böyle bir meydan okuma ve i‘câz sözkonusu değildir.
  • Kur’ân-ı Kerîm’in bütün âyetleri tevâtür yoluyla günümüze kadar nakledilmiştir. Hadis-i kudsîlerin pek çoğu âhâd haberdir.
  • Kur’ân-ı Kerîm hem lafız hem mâna itibariyle Allah kelamıdır. Hadis-i kudsînin mânası Allah’tan, lafzı Peygamberimizdendir.
  • Kur’ân-ı Kerîm’in tilavetiyle ibâdet edilir. Hadis-i kudsîde böyle bir özellik yoktur. (Mennâ el-Kattân, Mebâhis, s. 26)

Yapılan bu açıklamalardan Peygamberimiz (s.a.v.)’in dinî anlamda uyulması gereken hadislerinin ve sünnetlerinin vahiy kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebepledir ki, Allah Teâlâ kendisine olduğu gibi Peygamberimiz (s.a.v.)’e de itaat ve ittibayı emretmiştir. Peygambere itaati kendine itaat saymıştır. (bk. Nisâ 4/80) İlâhî muhabbet ve rızaya ermenin biricik şartı olarak “Resûlü’ne ittibayı, uymayı” şart koşmuştur. (bk. Âl-i İmrân 3/31)

Peygamber’in sünnetine ve getirdiklerine uymanın zaruretini ifade bakımından şu âyetler ne kadar açık ve tesirlidir:

“Hayır! Hayır! Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında baş gösteren anlaşmazlıklarda Resûlüm seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümlere, içlerinde hiçbir sıkıntı ve itiraz duymadan tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça gerçek mü’min olamazlar.” (Nisâ 4/65)

“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlü’ne çağrıldıkları zaman mü’minlerin yegâne sözü ancak: «Baş üstüne! İşittik ve itaat ettik» şeklinde olur. İşte kurtuluşa erecek olanlar, yalnız bunlardır.” (Nûr 24/51)

“Ey mü’minler! Peygamber’in sizi çağırmasını, kendi aranızda herhangi birinin diğerini çağırmasıyla bir tutmayın. Allah içinizden birbirlerini siper edinerek sıvışıp gidenleri çok iyi biliyor. Resûlullah’ın emrine aykırı hareket edenler, artık başlarına büyük bir belânın gelmesinden veya pek elemli bir azâbın tepelerine inmesinden korkup çekinsinler.” (Nûr 24/63

“Allah ve Resûlü bir meselede kesin ve bağlayıcı bir hüküm verdiği zaman, mü’min erkek veya mü’min kadının, kendileriyle alakalı o meselede başka bir tercihte bulunma hakkı yoktur. Kim Allah ve Resûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb 33/36)

Vahiy kaynaklı bir bilgi olması itibariyle kısaca hadisten bahsettikten sonra şimdi “okunan, tevatür yoluyla bize gelen ve kıyamete kadar mûcize olarak kalacak olan” Kur’ân-ı Kerîm’den daha ayrıntılı bir şekilde bahsedebiliriz.

Kaynak: Prof. Dr. Ömer Çelik, Tefsîr Usûlü ve Tarihi, Erkam Yayınları