Kibirliye Kibir Göstermek Sadakadır

İHSAN

Kibirli insanlara karşı tavrımız nasıl olmalıdır? Kibrin zararları nedir, kibir nasıl aşılır?

Gönüllerin îmân güzellikleri ve ahlâkî fazîletlerle tezyîn edilebilmesi, ancak “kibir ve ucub”dan temizlenmesiyle mümkündür. Geldiği yeri düşünmeden, gideceği yeri hesâba katmadan, kendisine türlü nîmet ve imkânlar bahşeden Allâh Teâlâ’nın emirlerine muhâlefet ile kibre saplanmak, ne hazin bir gaflet ve ne korkunç bir âhiret sefâletidir. Mütekebbir Kisrâları kırıp yerin dibine geçiren, zâlim Kayserleri helâk fırtınalarıyla savuran, Fir’avunlara azap denizinin ortasında çâresizlik ve acziyetin en fecîsini tattıran kibir ve ucbun, bu nevî hazin akıbetlerini hatırdan çıkarmamak îcâb eder.

Dünyâ ve âhiret hayâtına bu derecede zarar veren kibir ve ucub da, diğer menfî temâyüller gibi -mutlak sûrette değilse de- kontrol altına alınarak bertaraf edilebilir. Yeter ki Allâh’ın emir ve nehiylerine lâyıkıyla gönül verilebilsin. Zîrâ İslâm, yalnız kibir ve ucbu değil, benzer bütün menfîlikleri bertaraf etmek, müsbet temâyülleri de, geliştirmek husûsundaki reçetelerin en mükemmellerine sâhiptir. Bunların hayata tatbiki için de, Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in numûne-i imtisâl hâl ve tavırları, çok zengin bir fiilî kıstaslar deryâsı teşkîl eder. Yâni Allâh’ın râzı olacağı bir hayat yaşayabilmek için, ilâhî emirleri doğru öğrenmek, bunları tatbik husûsunda Allâh Rasûlü (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’i elden geldiğince taklîde çalışmak, ayrıca bütün güç ve imkânları Allâh’ın rızâsını kazanmaya yönlendirmek şarttır. Bu, işin zâhirî kısmıdır. Bir de mânevî veche vardır. O da, güzel ahlâk sâhibi olmak husûsunda, Cenâb-ı Hakk’a dâimî bir duâ ve ilticâ hâlinde bulunarak haramlardan korunmaya çalışmaktır. Zîrâ, haram gıdâ ve gâfilâne davranışlar, negatif enerji vermek sûretiyle idrâki matlaştırır.

SALİH VE SADIKLARLA BERABER OLUN

Ayrıca, rûhunu tasfiye ederek mânen yücelmiş kimselerle berâber olmaya da dikkat edilmelidir ki, onların rûhâniyetinden istifâde edilebilsin. Bütün bu mânevî ölçülere riâyet edildiği takdirde bertaraf edilemeyecek bir menfîlik yoktur. Sâlih ve sâdık kimselerle berâber olmak tedbîri de, fevkalâde ehemmiyetlidir. Zîrâ hâller sârîdir. Kişiye, muhabbet duyduğu kimsenin kaderinden müsbet veyâ menfî bir pay isâbet eder. Bu yüzden kişi, ünsiyette bulunduğu insanlara dikkat etmek mecbûriyetindedir.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“Ey îmân edenler! Allâh’tan korkun ve sâdıklarla berâber olun!” (et-Tevbe, 119) buyurmaktadır. Yâni sâdıklarla berâberlik, onların hâlleriyle hâllenmek istikâmetinde bir rûhî alışveriş imkânı sağlar.

Diğer taraftan, insanda fıtrî bir sermâye olarak bulunan kibir duygusu, iki ağızlı bir bıçak gibi hayra da şerre de kullanılmaya müsâittir. Bu yüzden makbûl olan; bu temâyülü mutlak bir sûrette yok etmek değil, onu kontrol altına alıp hayra istikâmetlendirmektir.

KİBİRLİYE KARŞI KİBİR SADAKADIR

Zîrâ fıtrî bir sermâye olan kibir temâyülünü kullanmanın câiz, hattâ gerekli olduğu durumlar da vardır. Nitekim bunlardan biri olmak üzere; “Kibirliye karşı kibir, sadakadır.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, IV, s. 366/5299) buyrulmuştur.

Yine İslâm’a karşı mütecâviz bir durumda olan inançsızlara ve fâsıklara karşı İslâm’ın izzet ve haysiyetini muhâfaza etmek için yapılan tekebbür de makbûl sayılmıştır. Zîrâ böyle durumlarda bu fıtrî sermâye yerinde, haklı ve müsbet bir sûrette kullanılmış olur ki, o zaman “vakar” adını alır.

Vakar da, tevâzû gibi ahlâk-ı hamîdedendir. Zîrâ Cenâb-ı Hak, râzı olduğu kullarının vasıflarını bildirdiği âyet-i kerîmede:

(O sâlih kullar), yalan yere şâhitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.” (el-Furkân, 72) buyurmaktadır.

Nasıl ki tevâzûun gerekli olduğu durumlarda kibir göstermek, çirkin ve iğrenç ise, vakar vasfındaki tekebbürün câiz ve hattâ gerekli olduğu durumlarda tevâzû göstermek de zillettir.

Yâni yaratılıştaki bütün istîdatları lâyık olduğu ölçüde tutmak ve onları İslâm’ın çizdiği hudutlar çerçevesinde kullanmak lâzımdır. Hayâtı numarasız gözlükler gibi tavır yeknesaklığı içinde yaşamak, İslâm nazarında ne makbul sayılan, ne de arzu edilen bir durumdur. Zîrâ yeri geldiğinde zehir bile şifâ olur.

Velhâsıl, ebedî saâdet için, hayatı, sonsuz ilim sâhibi olan Hak Teâlâ’nın emirleri istikâmetinde yaşamak ve bu emirlerin -tâbir câizse- mantığını kavrama husûsunda büyük bir hassâsiyet göstermek şarttır.

Cenâb-ı Hak, ilâhî intikam ve kahrını celbeden iğrenç vasıflardan lâyıkı vechile sakınabilmeyi cümlemize nasîb eylesin. Bizleri, İslâm’ın izzet ve vakarını taşıyan; ilâhî kudret ve azameti karşısında ise, “hiçliğini” idrâk edip haddini bilen, yersiz övünmelerden sakınan ve:

“O Rahmân’ın (has) kulları ki, yeryüzünde mütevâzî olarak dolaşırlar…” (el-Furkân, 63) âyet-i kerîmesinden lâyıkıyla hissedâr olan kullarından eylesin!

Âmîn!

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ab-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları