Kaza Umresi Nedir, Ne Zaman Yapılmıştır?

Nübüvveti

Umretü’l kaza nedir, ne zaman yapılmıştır? Peygamber Efendimiz’in kaza umresi: “Umretü’l-kaza“ hadisesi...

Bir yıl önce ihrama girildiği halde Mekkeli müşriklerin izin vermemesi sebebiyle yapılamayan umrenin yerine eda edildiğinden, bu umreye “umretü’l-kaza“denilmiştir.

Hudeybiye’de yapılan antlaşma çerçevesinde bir yıl sonra yapılacak umrenin zamânı gelmişti. Hicrî yedinci yılın Zilkâde ayı girince, Resûlullâh, Hudeybiye Seferi’ne katılanların tamâmının umreye hazırlanmalarını emretti. Halka da hazırlık yapmalarını bildirdi. Civardan gelip de o sırada Medîne’de bulunan Araplar:

“–Vallâhi yâ Resûlallâh, bizim ne azığımız ne de bizi doyuracak bir kimsemiz var!” dediler.

Varlık Nûru Efendimiz, Medînelilere, ihtiyâcı olanlara Allâh için sadaka vermelerini ve onlara bakmalarını emretti. Onlardan yardım ellerini çektikleri takdirde helâk olacaklarını bildirdi. Medîneliler de:

“–Yâ Resûlallâh! Biz sadaka olarak neyi verelim, hiçbir şey bulamıyoruz ki?” dediler.

Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“–Neyiniz varsa! Velev ki yarım hurma bile olsa…” buyurdu. (Vâkıdî, II, 731-732)

Peygamber Efendimiz, iki bin ashâbı ile umre için Medîne’den hareket etti. Resûlullâh, miğfer, zırh ve mızrak gibi askerî malzemelerle yüz kadar da at aldı.

Ashâb-ı kirâm:

“–Yâ Resûlallâh! Kureyş, yolcu silâhından başka silâh almamamızı şart koşmuştu!” dediler.

Âlemlerin Efendisi:

“–Biz Harem’e o silâhlarla girecek değiliz. Fakat onlar, yapılabilecek bir saldırıya karşı, yakınımızda olacak!” buyurdu ve iki yüz kişi ile birlikte silâhları, Mekke’ye üç mil yakınlıktaki Batn-ı Ye’cec’e gönderdi. (Vâkıdî, II, 733-734)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN KABİR ZİYARETİ

Yolculuk esnâsında Ebvâ’ya uğramışlardı. Resûlullâh Cenâb-ı Hak’tan izin isteyerek annesinin kabrini ziyâret etti. Ziyâret esnâsında kabrini eliyle düzeltti ve teessüründen ağladı. O’nun ağladığını gören Müslümanlar da gözyaşlarını tutamadılar. Daha sonra niçin böyle yaptığını soranlara Sevgili Peygamberimiz:

“–Annemin bana olan şefkat ve merhametini hatırladım da onun için ağladım.” buyurdu. (İbn-i Sa’d, I, 116-117)

KABE’Yİ GÖREN MÜ’MİN GÖNÜLLER

Hudeybiye Antlaşması mûcibince müşrikler, Mekke’yi boşaltarak üç gün için bütün şehri mü’­minlere bıraktılar. Kendileri de dağlara çekilip Müslümanlar ne yapacaklar diye merakla seyre koyuldular. Yedi yıl gibi uzun bir süreden sonra Kâbe’yi gören mü’min gönüller, heyecanla hep bir ağızdan:

لَبَّيْكَ، اَللّهُمَّ لَبَّيْكَ، لَبَّيْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ لَبَّيْكَ. اِنَّ الْحَمْدَ وَالنِّعْمَةَ لَكَ وَالْمُلْكَ، لاَ شَرِيكَ لَكَ

diyerek telbiye getirmeye başladılar.

İbn-i Abbâs’ın bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber Mekke’ye geldiğinde kendisini Muttaliboğulları’ndan küçük çocuklar karşıladı. Resûlullâh onlardan birini (bineğinin) önüne bir diğerini de arkasına bindirdi.[1]

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Medîne hummâsının kendilerini zayıf düşürdüğü yolunda dedikodu eden müşriklere durumun böyle olmadığını göstermeleri için, Müslümanlara, hızlı ve gösterişli yürümelerini emretti.[2]

“Bugün kendisini Kureyşlilere güçlü-kuvvetli gösteren kişiye Allâh rahmet et­sin!..” buyurdu. (İbn-i Hişâm, III, 424-425)

PEYGAMBERİMİZİN KAZA UMRESİ

O günün şartlarında Medîne’den Mekke’ye kadar dört yüz küsur kilometre mesâfe katederek Kâbe’yi ziyârete gelen Müslümanlar, yorgun olmalarına rağmen Allâh Resûlü’nün îkâzıyla umrelerini gâyet vakarlı ve heybetli bir şekilde îfâ ettiler. Hattâ tavâfın ilk üç şavtında ve sa’y yaparken de bugünkü iki yeşil direk arasında çalımlı bir şekilde koştular.

Diğer taraftan müşrikler, tepelerden Müslümanları gözetliyorlardı. Şâyet onlarda herhangi bir yorgunluk ve gevşeklik emâresi görselerdi, farklı şeyler düşünebilirlerdi. Ancak onlar, gördükleri canlılık ve hareketlilik karşısında hayret ve dehşete düşmekten kendilerini ala­madılar:

“−Bunlar mı hummânın zayıflattığını söylediğiniz kimseler! Onlar bizden daha zinde ve daha canlılar!” dediler. (Müslim, Hac, 240)

YÜREKLERİ COŞTURAN NAĞME

Ayrıca o gün, Bilâl-i Habeşî’nin Kâbe’nin damına çıkıp okuduğu ezân-ı Muhammedî’nin muhrik nağmeleri, mü’min yürekleri coştururken, müşrikleri şaşkınlık içinde bıraktı.

Peygamber Efendimiz, ashâbıyla birlikte tavâf ederken Abdullâh bin Revâha, tavafta şiir okumaya başladı. Hazret-i Ömer ona:

“−Sen Resûlullâh’ın huzûrunda ve Allâh’ın Harem’inde bu şiiri söyleyip duracak mısın?” dedi.

Allâh Resûlü, Hazret-i Ömer’e:

“–Ona mânî olma! Varlığım kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, onun sözleri Kureyş müşriklerine, ok yağdırmaktan daha tesirlidir. Ey İbn-i Revâha, devâm et!” buyurduktan sonra, Abdullâh’a:

“−Allâh’tan başka hiçbir ilâh ve mâbud yoktur. Bir olan O’dur. Vaadini gerçekleştiren O’dur. Bu kuluna yardım eden O’dur. Askerlerini güçlendiren O’dur. Toplanmış olan kabîleleri bozguna uğratan da yalnız O’dur, de!” buyurdu.

Abdullâh bin Revâha bunu söylemeye başlayınca, Müslümanlar da onun dediklerini tekrar etmeye başladılar. (Vâkıdî, II, 736; İbn-i Sa’d, II, 122-123)

İLK KABE ZİYARETİ

Üç gün sonra Medîne-i Münevvere’ye dönüldüğünde herkesin sîmâsında ayrı bir letâfet vardı. İlk Kâbe ziyâreti gerçekleşmiş, Allâh Rasûlü’nün bir yıl önce görüp müjdesini verdiği rüyâ tahakkuk etmişti. Bu hakîkati Allâh Teâlâ, gerçekleşen Hayber Fethi’ne işâretle birlikte, yakında nasîb buyuracağı Mekke Fethi’ni de müjde sadedinde Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirmiştir:

“And olsun ki Allâh, elçisinin rüyâsını doğru çıkardı. Allâh dilerse, siz emniyet içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Harâm’a gireceksiniz. Allâh sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verildi. Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberi’ni hidâyet ve hak dîn ile gönde­ren O’dur. Şâhid olarak Allâh yeter!” (el-Fetih, 27-28)

Allâh Resûlü’nün ashâbıyla yaptığı kazâ umresi, Mekkeliler üzerinde büyük bir tesir bıraktı. Çok geçmeden Kureyş’in ileri gelenlerinden müstakbel Sûriye fâtihi Hâlid bin Velîd, Osmân bin Talha, müstakbel Mısır fâtihi Amr bin Âs gibi zâtlar îmân edenler kervanına dâhil oldular.

Dipnotlar:

[1] Buhârî, Umre, 13; Libâs, 99. [2] Buhârî, Hac, 55; Müslim, Hac, 240; Ahmed, I, 305-306.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları