Kalplere Şifâ Ziyaret

İHSAN

İnsan düşünmeli ki: Ne dünyada kaçacak yer var, ne kabirde, ne de mahşerde!.. Öyleyse; «Allâh’a koşun!» (ez-Zâriyât, 50) emrine uyarak, O’nun huzûruna koşmalı, O’nun huzûruna hazırlanmalı!.. Bilhassa gönlü öfke ve hırs gibi zehirlerden arındırmalı…

“Zaman zaman hastahânelere giderek hastaları ziyaret et! O muzdaripler gibi hastalıklara müptelâ olmadığını ve üzerindeki sıhhat nimetini düşünerek hâline şükret!”

“Zaman zaman hapishânelere giderek oradaki mahkûmların bin bir ızdırapla dolu zindan hayatlarını tefekkür et! Cinayetlerin bir anlık öfke veya cinnet neticesinde işlendiğini, diğer taraftan mazlum olarak hapse düşüp o cefâya katlananların da bulunduğunu, onların yerinde kendinin de olabileceğini düşün!

Zindandaki kişileri oraya düşüren öfke, artık izâle olmuştur fakat onun acı bâkiyesi nedâmet ve hüsran olarak devam etmektedir.

Allah Teâlâ seni bu hâle düşmekten muhafaza ettiği için O’na şükret! Oradakilerin selâmeti için de duâ et!”

“Sonra kabristanlara git, oradaki mezar taşlarından hâl lisânıyla yükselen sessiz feryatları dinle!”

Mezar taşlarında yazan;

هُوَ الْبَاق۪ي «Hüve’l-Bâkî: Bâkî olan yalnız Allah’tır!» ifadesinde derinleş! Bil ki O levha;

«Fânîliğini unutma!» demektir!

Yûnus ve Hüdâyî Hazretlerinin ifadeleriyle:

Kim umar senden vefâyı,

Yalan dünya değil misin?

Muhammedü’l-Mustafâ’yı

Alan dünya değil misin?

***

Bilirim seni yalan dünyasın,

Evliyâları alan dünyasın…

Süleyman tahtın sen vîran kıldın,

Masumlar boynun büken dünyasın.

Her mezar taşından ayrı ayrı îkazlar gelmektedir. Sanki mevtânın sessiz feryatlarını ifade etmektedir. Âdetâ;

“‒Ey ziyaretçi! Benim başına gelen senin de başına gelecektir, gafil olma!” demektedir.

Ârif bir zât buyurur:

“Hayret! Mezardakilerin pişman oldukları şeyler için dünyadakiler birbirini yiyor!..”

Mezardakiler, dünyada peşinde koştukları, hırsla istedikleri şeylerin, boş hevesler olduğunu anlamışlardır. Fakat heyhat!

“Hayat nedir?” suâline, sadece toprağın rutubeti ve mezar taşlarının katı sessizliği cevap olarak yükselecekse, böyle bir gafletle ziyân edilmiş fânî bir hayattan daha acı ne olabilir?..

Âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere:

عَامِلَةٌ نَاصِبَة. تَصْلٰى نَارًا حَامِيَةً

“Çalışmıştır, (fakat boşuna) yorulmuştur. (Boş hevesler ve bâtıl maksatlar uğrunda yorulması; hiçbir işe yaramadığı gibi, onu hakikî vazifesinden de uzak bıraktığı için, o kişi) kızgın ateşe girecektir!”

(el-Ğâşiye, 3-4)

Cenâb-ı Hak buyurur:

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّ. كَلَّا لَا وَزَرَۜ

“O gün insan (büyük bir şaşkınlık ve nedâmet içinde);

«‒Kaçacak yer neresi!» diyecektir.

«‒Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur!»” (el-Kıyâmet, 10-11)

Kur’ân-ı Kerim’de defaatle mahşer yerindeki insanların acı nedâmet feryatları olarak; «يَا لَيْتَن۪ى» / «Âh keşke!» ifadeleri geçmektedir.

İnsan düşünmeli ki: Ne dünyada kaçacak yer var, ne kabirde, ne de mahşerde!..

Öyleyse; فِرُّوا اِلَى اللّٰهِ «Allâh’a koşun!» (ez-Zâriyât, 50) emrine uyarak, O’nun huzûruna koşmalı, O’nun huzûruna hazırlanmalı!.. Bilhassa gönlü öfke ve hırs gibi zehirlerden arındırmalı…

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Temmuz Sayı: 149