Kalb-i Nebî'nin Merhamet ve Rahmetle Doldurulması

PEYGAMBERİMİZ

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hiç kimsenin sormaya cesâret edemediği şeyleri sormak husûsunda son derece cesur davranır, hiç çekinmezdi. Birgün Fahr-i Kâinât Efendimiz’e:

−Yâ Rasûlallâh! Nübüvvetle alâkalı ilk gördüğünüz alâmet nedir?” diye sordu.

İki cihânın saâdet rehberi olan Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-şöyle buyurdu:

−Ey Ebû Hüreyre! Mâdem sordun, söyleyeyim. Ben on yaşlarındayken birgün sahrâda idim. Başımın üstünden gelen bir sesle irkildim. Bir adam diğerine sordu:

−Bu, O mu­dur?

Öteki cevap verdi:

−Evet, bu O’dur.

O zamâna kadar hiç kimsede görmediğim yüzler, kimsede bulmadığım rûhlar ve hiç kimsede görmediğim el­biselerle karşıma çıktılar. Yürüyerek bana doğru gelen o iki adamdan her biri, bir kolumdan tuttu, fakat dokunduklarını hiç hissetmedim.

Biri ar­kadaşına:

−Haydi O’nu yere yatır!” dedi.

Berâberce beni yere yatırdılar. Ben hiçbir zorluk ve güçlükle karşılaşmadım. Yine biri diğerine:

−Haydi göğsünü aç!” dedi ve o da açtı. Fakat ne kan gördüm, ne de bir acı hissettim. Ona yine şöyle dedi:

−Haydi, oradaki kin ve hasedi çıkar!

O da oradan kan pıhtısı gibi bir şey çıkardı. Sonra onu fırlatıp attı.

 “−Haydi, şimdi onun ye­rine şefkat ve merhameti yerleştir!” dedi. Çıkardıkları şey büyüklüğünde ve gümüşe benzeyen bir şey koyduklarını gördüm. Sonra sağ ayağımın baş parmağını tutup oynattı ve:

−Haydi selâmetle git!” dedi.

Ben kalkıp giderken içim şefkat ve merhametle dolu idi. Ondan sonra da hep kü­çüklere karşı şefkat, büyüklere karşı da merhamet hissettim. (Ahmed, V, 139; Heysemî, VIII, 223)

KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul