İslam'ı İnkar Edenler

İSLAM

Yahûdi ve Hristiyanlar İslam'ı bildikleri halde niçin inkar ettiler? Peygamber Efendimiz'in geleceğinden haberleri olmalarına rağmen Efendimize (s.a.v) peygamberlik verildikten sonra niçin itaat etmediler? İşte nefis ve şeytanın aldatması ile kazanacak yerde kaybedenler...

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, İslâm’ı teblîğe başladığı andan itibaren onu kabul etmeyenler, adâlet ve hakkaniyeti bir kenara bırakıp kendi azgınlık ve gafletleri içerisinde nefislerinin ve şeytanın kurbanı olarak yaşamak ve böyle hüküm sürmek isteyen kimseler olmuştur.

YAHUDİ VE HRİSTİYANLAR KABUL ETTİKLERİ HALDE İNKAR ETTİLER

Tarih, bunun nice misâline şâhiddir. Mekke müşrikleri, gönül semâlarına doğan «Eşsiz Nûr»un farkında oldukları ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’i el-Emîn ve es-Sâdık olarak kabul ettikleri hâlde kararmış kalblerine İslâm’ın nûrunu aksettiremediler, vicdânen hakîkati kabul ettikleri hâlde nefsâniyetlerine mağlub olarak garip bir inkâr çukurunda ne hâllere dûçâr oldular.

Kendilerine yazık ettiler. Kur’ân’ı vicdanen kabul ettikleri hâlde nefsâniyete aldanarak reddettiler, çıkmazların içinde kaldılar. Yıllardır Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’i müjdeleyen hıristiyan ve yahûdîler de, sırf kendi içlerinden çıkmadığı için ırkî bir asabiyetin te’siriyle «Varlık Nûru»nu yalanladılar. Bilhassa yahûdîler, ezelî ve ebedî bir gerçeği, inkâr husûsunda diğerlerinden daha ileri gitmekteydi. Şu rivâyet, bu hakîkati yansıtması bakımından pek ibretlidir:

KUR'AN'DA NASIL ANLATILIYOR?

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, yahûdîlere Kur’ân-ı Kerîm’den:

“Buna karşı seninle münâkaşaya kalkışırlarsa de ki: «Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allâh’a teslîm etmişimdir.» Kendilerine kitap verilenlere ve (kitap verilmeyen) ümmîlere de ki: «Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?» Eğer İslâm’a girerlerse hidâyete ermiş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allâh kulları görendir.” (Âl-i İmrân, 20) âyet-i kerîmesini okuduktan sonra sordu:

“–İslâm’ı kabûl ettiniz mi?”

Yahûdîler:

“–Kabûl ettik.” dediler.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

“–Îsâ’nın Allâh’ın kelimesi, kulu ve rasûlü olduğuna da şehâdet eder misiniz?” buyurdu.

Onlar da:

“–Maâzallâh (Allâh korusun)!” dediler ve yüz çeviren bedbahtlardan oldular.

Hıristiyanlara da:

“–Îsâ’nın Allâh’ın kelimesi, kulu ve rasûlü olduğuna da şehâdet eder misiniz?” buyurdu.

Bunlar da:

“–Maâzallâh, Îsâ kul mu olur?” dediler.

YAHUDİLER SORUYOR

Bir başka gün Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, yahûdîlerin dershanelerine gitmiş, onları îmâna davet eylemişti. Nuaym bin Âmir ile Hars bin Zeyd:

“–Sen hangi dindensin?” diye sordular.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de:

“–İbrâhim dîni üzereyim.” buyurdu.

Onların:

“–İbrahim yahûdî idi.” demeleri üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

“–O hâlde aramızda Tevrat hakem olsun, ona başvuralım.” buyurdu. (Hak Dîni Kur’ân Dili, II, 334)

EVET DEMEKTEN ÇEKİNDİLER

Yahûdîler bu teklife “evet” demekten çekindiler. Hattâ kendilerinin en büyük âlimi olarak yücelttikleri yahûdî Abdullâh İbni Selâm’ın hidâyet bulması üzerine hakîkate hazımsızlıkları daha da artarak ona evvelce yaptıkları medihlerden döndüler ve kendisini ağır bir üslûpla zemmetmeye başladılar. Kitaplarında yaptıkları değişiklikleri, son peygamberle alâkalı kısımlarda da gerçekleştirdiler ve birçok bölümleri yeniden tahrîf ettiler. Kur’ân-ı Kerîm bu hakîkati şöyle beyan buyurur:

“Yazıklar olsun o kimselere ki, kitabı elleriyle yazıp sonra: «Bu Allâh katındandır!» derler.” (el-Bakara, 79)

“Onlar, kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar!..” (en-Nisâ, 46; el-Mâide, 13)

Bu davranışlar, kendi hissiyatlarına göre beşerî müdâhalelerle dîni aslından uzaklaştırarak nefsâniyete göre tanzim edip her türlü gaflet ve dalâleti meşrûlaştırabilme yolundaki menfî reformlardır ki, yahûdîlik ve hıristiyanlığın ifsâdı bu şekilde olmuştur1. Dolayısıyla bugünkü “İslâm’da reform” iddiâları da bu ifsad maksadının değişik bir şeklidir. Reform tâbiri, sadece hıyânetlerin maskelenip hafifletilmiş bir tabir ile örtülmesi içindir.

İfade etmeliyiz ki, sır ve  hikmetlerle dolu olan kâinâtı bütünüyle kavraması mümkün olmayan beşerî aklın mahsûlü olan bu reform lakırdıları ile ilmi ve kudretine nihâyet bulunmayan küllî bir irâdenin eseri olan İslâm’ın, mukâyese bile edilemeyeceği âşikârdır. Çünkü Allâh, insanın gizli ve âşikâr bütün hususiyetlerini bilen bir varlık olarak emirler ve nehiylerini ona göre şekillendirmiş olduğundan, bu mükemmelliğe, vahiyle yoğrulmamış beşerî bir irâde ve kuru bir akıl ile ulaşılması imkânsızdır. Yaratılanı, yaratandan daha iyi tanımak ve yönlendirmenin imkânsızlığı selîm bir muhâkemenin reddedemeyeceği bir gerçektir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam İman İbadet, Erkam Yayınları