İslam'da Dilin Terbiyesi

İHSAN

Dine saygı kalbin takvasıdır. Prof. Dr. Mustafa Kara ile "Dinde saygı dili" üzerine röportaj... İnsan konuşurken ne söylediğini ne hakkında konuştuğunu ve nasıl konuşması gerektiğini bilmelidir.

Altınoluk: Müsteşrik dilinin zaman zaman ilahiyat camiamıza da intikal ettiği gibi bir algı var. Bu algı bir gerçeği mi yansıtıyor? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Mustafa Kara: Son yüzyılımızın taklit tartışmalarıyla geçtiğini biliyoruz. Taklit psikolojisinin tuzağına düşenler, farklı oranlarda da olsa etkilenirler. Kimi bütünüyle teslim olur, kimi seçmeci davranır, kimi mukallit olmak için çırpınır, kimi de kendini akıntıya bırakır.

1908’den sonra hızlanan bu tartışmalara bakıldığında dinî hayatla ilgili taklitler de görülür. Din adamında papazı örnek almak, caminin iç düzeninde kiliseyi takip etmek gibiÉ Cumhuriyet döneminde de bu tartışmalar sürüp gitmiştir.

Toplumu etkileyen “taklit rüzgarları” ilahiyatçıları da etkiledi. Osmanlı döneminde batıcılığı savunan birçok insanın dinî bilgisi bugünkü ilahiyatçılardan hiç de aşağı değildi. Yani bu bir zihniyet bir tercih meselesidir.

İlmî araştırmalarda üslup nasıl olmalıdır? Temel soru bu “Din dili” araştırmacılara nasıl aksetmeli? “Üslup ayniyle insan” olduğuna göre üslubumuz nasıl olmalı? Bir ilahiyatçı akademisyenin Hz. Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e bakışıyla bir Protestan ilahiyatçının Hz. İsa ve İncil’e bakışı arasında fark olmalı mı? Akılcılığın ve sekülerizmin şaha kalktığı bir çağda iman nasıl algılanmalı ve anlatılmalı?

İlmî araştırmaların ortak bir zemini vardır. Fakat bu her âlimin her meseleye aynı noktadan bakması anlamına gelmez. Batıda Hallac üzerine bir ömür veren Massignon için kendi dindaşı âlimler: “Hallac’a hep Hıristiyan gözüyle baktı. Onu İsa yerine koyarak tespitlerde bulundu” diyerek tenkit etmişlerdir. Dolayısıyla insanların yetiştiği kültürel muhit araştırma ve incelemelere aksetmektedir. Onları gözü kapalı taklit ettiğiniz zaman o hatayı sürdürüyorsunuz demektir.

Unutmamak gerekir:

Müsteşrik doğuya bakan demektir. Müslüman teslim olan demektir. Müsteşrik doğuyu öğrenmek isteyen demektir. Müslüman kurtulan demektir.

Saygı ile gönül, gönül ile takva arasındaki bağı ise Hac suresinin 32. ayeti bize göstermektedir.

“Kim Allah’a götüren nişaneleri yüceltir onlara saygı gösterirse bu kalplerin takvasındandır.”

Altınoluk: Dinde saygı dili dediğimizde bunun içi nasıl doldurulmalı?

M. Kara: “İslam’ın şartı beş altıncısı haddini bilmektir” diye bir söz vardır. Aslında haddimizi bilsek meselelerin büyük bir bölümü çözülecek. Dinî konularda herkes kendi aklının imkânlarına göre denize açılıyor ve ortasında kala kalıyor. Aklı yetmeyince tevile başvuruyor. Toplama bilgilerini imdada çağırıyor. Sonra S.O.S. vererek çağdaş yorumların limanına sığınıyor. Çağdaş yorumları kim üretti, dayanağı nedir? Ömürleri ne kadar? Bu soruları sormuyor soramıyor!

Kur’an-ı Kerim üç varlığa itaat etmemizi emrediyor: Allah’a, Resulullah’a ve onları bize tanıtan âlimlere, yöneticilereÉ (Nisa, 4/59).

İtaat boyun eğmek demektir. Bunun gönülden olması şarttır. Gönüllü olarak yapılan itaatin sonunda sevgi doğar, saygı sevgi ile birleşir “imanın tadı”na ulaşılır. Haddimizi bilmezsek kendimizi bazen Hz. Allah yerine koyarak hükümler vermeye çalışır. Bazen Hz. Peygamber makamına lâyık görerek ahkâm kesmeye kalkarız. Bu arada saygı da uçar gider. Daha önceki asırlarda yaşamış olan âlimleri kapasitesiz, ufuksuz, birçok konuyu görmemiş, görse bile esprisini kavrayamamış insanlar zannetmeye başlarız. Halbuki saygıda kusur etmeden onların görüşlerine tenkitler yöneltebiliriz. Egomuzu öne çıkarmadan servet ve şöhret tuzaklarına düşmeden kısaca haksızlık etmeden derdimizi anlatabiliriz.

Altınoluk: Bir yandan “kutlu doğum” süreçleriyle Rasulullah Efendimizle hukukumuz daha derin bir mahiyet kazanırken, bir yandan da hadise, sünnete, sahabeye yönelik sorgulamalar gözleniyor. Bunu dinde saygı çerçevesinde nasıl değerlendirirsiniz?

M. Kara: Allah’a itaat konusunda çizgi dışına nasıl çıkıyoruz? Kur’an’ın bazı tespitlerini kendi düşüncemize göre yorumlayarakÉ Sözüm ona çağdaş yönlendirmeler yaparak.

Hz. Peygamber’e itaat konusunda daha da gevşek davranıyoruz. Kendi mantığımıza göre Kur’an’ın esprisine (ne demekse) uygun bulmadığımız Hadis-i Şerif, nerede olursa olsun, hangi hadis kitabında bulunursa bulunsun yüksek sesle bağırarak, bunun hadis olmadığını söylüyoruz. Tek dipnotumuz var: Aklımız, şahsi din anlayışımız. Aslında problem din anlayışımızda. Din anlayışımıza aykırı olan ayeti tevil et, görmezden gel, hadisi terk et, bilmezden gelÉ Çünkü şahsi yorumlarımızın önündeki bütün engellerin kalkması gerekir. Çağdaş yorumlarımızı destekleyen her tür bilgi ve belge saygı değerdir, hürmete şayandır. Diğerleri ise sonrakilerin uydurmalarıÉ

Günümüz araştırmacılarının sözlüğünde yer almayan cümle şu: Allahu a’lemu bi’s-sevab. (Doğruyu en iyi bilen Allah’tır.)

Altınoluk: Tasavvuf sahasında hocalık yapıyorsunuz. Tasavvuf dilinde de din büyüklerine yönelik tazim ifadeleri kullanılır. Bunda ölçü ne olmalıdır?

M. Kara: Bilindiği gibi tasavvuf bir gönül yolculuğudur. Daha doğrusu din bir gönül yolculuğudur. Çünkü dinin merkez kelimesi imandır, imanın mekanı gönüldür. Mutasavvıflar ise bu gönül mektebinin muallimleridir. Dolayısıyla bu “Pazar”ın şartları bambaşkadır. Bu yolculuk ilgi ile başlar, bilgi ile güçlenir, sevgi ile kemâle ulaşır. Bu mektepteki bütün alışverişler sevgi üzerine olduğu için insanın insanla, insanın Hz. Peygamberle, insanın Hz. Allah ile olan ilişkileri farklı bir atmosferde cereyan eder.

Mürid mürşid ilişkileri çok farklı bir çizgi takip eder. Çünkü bu münasebet bir bilgi alışverişinden öte bir sevgi alışverişidir. Sadece ilim değil, irfandır. Bu da hayatın en önemli değeridir.

Mürşid, müride dünyanın en değerli hazinesini yani Allah’ı ve Resülullah’ı sevmenin yolunu gösterdiği için üstadına derin bir saygı duyar, onu gönülden sever. Zikir meclislerinde onun rehberliğinde yaşadığı coşku ile dinî hayatını güzelleştirir. Bu durum ise karşılıklı sevgi ve saygıyı en üst noktaya taşır. Bu saygı ve sevgi bazen ölçüsüz bir şekil alabilir. Bunu da kontrol altında tutmak, ifrat ve tefritten kaçınmak gerekir. Sevgi ve saygı ile hiç tanışmamak nasıl büyük bir afet ise Allah’a ve Resülullah’a yönlendirmemiz gereken saygıyı bir faniye tahsis etmek de aynı derecede hatadır. Efendimiz’in dediği gibi “herkese hakkını vermek” gerekir.

Kaynak: Prof. Dr. Mustafa Kara, Altınoluk Dergisi, 2013 - Mayıs, Sayı: 327, Sayfa: 006