İslam Nazarında Bir Günün Muhâsebesi

VİDEOLAR

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, bir müslümanın bir günlük muhasebesinde kendine sorması gerekn soruları anlatıyor...

İKİ NİMET VARDIR

“İki nîmet vardır (buyuruyor Efendimiz), insanlardan çoğu bu nîmetleri bilmezler, aldanmışlardır. Biri sıhhat, öbürü boş vakit.” (Buhârî, Rikāk, 1)

Zira, işte “وَالْفَجْرِ” (“Fecre andolsun.” [el-Fecr, 1]) buyuruyor.

Yani Cenâb-ı Hak sana ömür defterinden bu sabah bir sayfa açtı. İnsan kalktığı zaman, gece ölebilirdi… Dün çok insan dünyadaydı, çok mahlûkat dünyadaydı, bugün yok. Dünyadaki zamanları bitti.

İnsan da düşünecek sabahları kalktığında; “وَالْفَجْرِ” (“Fecre andolsun.” [el-Fecr, 1]), Allah bana ömür takviminden bugün bir gün daha açtı. Ben bu günü ne şekilde dolduracağım? O kıyâmet günü, ben bugünden neler göndereceğim oraya? Ne kadar hayır, ne kadar kendim için bugün çalışacağım, ne kadar Allah rızâsı için gayret edeceğim?

Gâfil insan; “Aman der, bu yaşımı, bugün de bir doldurayım der, ne kazandım, ne ettim?..” der.

Uyanık insan da; “Acaba bugün ben, Kirâmen Kâtibîn neler yazdı o dosyaya gönderildi, ilâhî dosyaya gönderildi?..”

CENÂB-I HAK ÖMÜR TAKVİMİNDEN BİR GÜN DAHA AÇTI

Yani her günümüzü bir muhâsebe etme durumundayız. Her gün, Allâh’ın verdiği bir nîmet, bir gün…

Dâimâ her gün kalktığımız zaman, Cenâb-ı Hak bize ömür takviminden bir gün daha açtı diye bir şükredeceğiz, bir şükrâne içinde günümüze girebilmek…

Ve bugün…

“قَالُوا بَلٰى”: “Evet, Sen bizim Rabbimiz’sin.” dedik ezelde. (Bkz. el-A‘râf, 172)

Bugün bu ahdimizi, bugün yerine getirebilmek. Tabi bize Cenâb-ı Hak unutturdu da bize onu.

Yine düşüneceğiz:

Dünyaya hiçbir bedel ödemeden, bir “hiç” sermaye ile geldik. İnsan olarak gelmeyi kendimiz tâyin etmedik. Hangi peygambere mensup olacağımızı, onu da kendimiz tâyin etmedik. Fakat Cenâb-ı Hak bize, “hiç” sermaye ile geldik, Cenâb-ı Hak bize lûtuf hâlinde, ihsan hâlinde; en yüce Peygamber’e ümmet olduk. Yani bunun için ne kadar huzur içinde, ne kadar bir sevinç içindeyiz? Bir.

İkincisi; bu bedeli ödemenin ne kadar gayreti içindeyiz?

Bugün en ufak dünyevî bir işte bile bir bedel istiyorlar.

Cenâb-ı Hak:

ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“…O gün verdiğimiz nîmetlerden hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür, 8) buyuruyor.

İşte bu…

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Eğer siz, Allâh’ın dînine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7)

Nasıl kul, Allâh’ın dînine yardım edecek? Bir defa kendisi yaşayacak, takvâ sahibi olacak, muttakî olacak. Sûrenin sonunda buyrulan, nefis itmi’nâna gelecek. Ve o insanda bir taraftan, 11 yerde Kur’ân-ı Kerîm’de “emr-i bi'l-mârûf, nehy-i ani’l-münker” geçiyor. Kendinden başlayarak, evlât, vs. derece derece, kendini devrin akışından mes’ûl görecek.

İki şeyi unutmayacağız hayatta; -Cenâb-ı Hak nasîb eylesin unutmamayı- birincisi; Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacağız.

Cenâb-ı Hak onun için “…Çok çok zikredin.” (el-Ahzâb, 41) buyuruyor. İnsan sevdiğini çok anar. Kimi ticâretin meclûbudur, devamlı ticaretten, kimi başka şeyin meclûbudur, hep ondan bahseder. Cenâb-ı Hak da, Allâh’ın kendine verdiği, kul, nîmetlerini düşünecek, Cenâb-ı Hakk’a hep şükran hâlinde olacak.

İbadetiyle şükran hâlinde olacak.

Muâmelâtıyla şükran hâlinde olacak.

Muâşeretiyle şükran hâlinde olacak.

Kendisini mes’ûl görerek, mes’ûliyetini düşünerek, onun için gayreti artırarak şükran hâlinde olacak.

Cenâb-ı Hak İnsan Sûresi’nde bu nîmetler mukâbilinde “ister şükret, ister nankör ol” buyuruyor, bu dünyada. (Bkz. el-İnsân, 3)

“İster şükret” diyor. Her hâlinle şükredeceksin. Gözünle şükredeceksin, harama bakmayacaksın, yanlış yerlerde gezdirmeyeceksin, birtakım ekranlarda gözün dolaşmayacak. Gözlerini gafletten koruyacaksın, kulağını gafletten koruyacaksın. Ve şükredici bir kul olacaksın.

Fâtiha’yı her rekâtta okumak vâcip.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

(“Hamd, Âlemlerin Rabbi Allâh’a mahsustur.” [el-Fâtiha, 2]) diye başlıyoruz. Yani bir hamd hâlinde başlıyoruz ve bu hamdi yerine getirebilme. Bu hamdin lâfızda kalmaması.

Hatâlarımız olabilir. Çünkü nefs var. Fakat kasten olmayacak bu, sehven olacak. Ve Cenâb-ı Hakk’a ilticâ edecek. Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor.

“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17) buyuruyor.

Cenâb-ı Hak ne istiyor olgunlaşmamız, kemâle ermemiz için?

“سَاجِدًا وَقَائِمًا” buyruluyor. (ez-Zümer, 9)

Bir gece hayatı istiyor.

“سُجَّدًا وَقِيَامًا” buyuruyor. (ez-Furkân, 64)

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor. (Âl-i İmrân, 17)

Seherler ihyâ olacak. Tabi seherler ihyâ olduğu kadar, seherlerin tesirini, onu da görmemiz lâzım. Yani gündüz onun tesiri ne kadar var bizde seherlerin? Ne kadar dilimizi koruduk? Ya hayır söyledik, veyahut da sustuk? Nasıl, merhametimiz nereye kadardı? Kendimize istediğimizi ne kadar paylaşabildik?

Yine Cenâb-ı Hak Zâriyat Sûresi’nde:

“Onlar geceleri pek az uyurlardı, seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.” (ez-Zâriyât, 17-18) buyuruyor.

Ne kadar muhtacız affa? Demek ki ne kadar samimiyetle istiğfar edeceğiz, teheccüd namazını kılacağız?

Yine Cenâb-ı Hak İnsan Sûresi’nde:

“Gecenin bir bölümünde O’na secde et, gecenin uzun bir bölümünde O’nu tesbih et.” (el-İnsân, 26) buyuruyor.

Velhâsıl seherler bir tesbihatla geçirmemiz lâzım.

Kelime-i tevhîd ile; “Lâ ilâhe illâllâhu’l-Melikü’l-Hakku’l-Mübîn.” Îmânımızı tecdîd etme.

Fakat bu dilde kalmayacak, fiile geçecek o gün. “Lâ ilâhe”; kendimizi uzaklaştıracağız Allâh’ın arzu etmediği şeylerden. “İllâllah”; Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmanın gayretinde olacağız.

Salevât-ı şerîfe olacak. Efendimiz en büyük nîmet. Büyük rûhâniyet. “Her salevât-ı şerîfeye ben icâbet ederim, mukâbilini veririm.” buyuruyor. (Bkz. Ebû Dâvud, Menâsik, 96; Beyhakî, Şuab, II, 215) Salevatlar ayrı bir rûhâniyet olacak.

Ölüm düşünülecek. İstikbal… Ne ölümden kaçacak yer var, ne kabirden kaçacak yer var, ne de kıyâmette hesaptan kaçacak yer var. O kadar insan bir şaşkın olacak ki, öyle bir hesaptan geçecek ki;

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّ

(“O gün insan, «Kaçacak yer neresi!» diyecektir.” [el-Kıyâme, 10])

“Kaçacak yer var mı?” diyecek insan. Bir bunalımda der bunu.

Velhâsıl bu dünyevî zevkler, an gelecek, bıçak gibi kesilecek.

Rasûlullah Efendimiz’in sık sık duâlarında:

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ عَذَابِ النَّارِ

“Yâ Rabbi (diyor), kabir azâbından ve âhiret azâbından Sana sığınırım…” (Buhârî, Cenâiz, 88; Müslim, Mesâcid, 128-134)

Sa‘d -radıyallâhu anh- gömüldü, Efendimiz’in rengi sarardı.

“–Ne oldu yâ Rasûlâllah?” deyince:

“–Sa‘d, sahâbînin sâlihlerindendi, kabir onu sıktı da sıktı, sonra açıldı.” buyurdu. (Taberânî, el-Muʻcemu’l-Kebîr, X, 334; Heysemî, III, 46)

Yani Sa‘d böyle olursa diğerleri nasıl olur buyurdu Efendimiz.

Demek ki çok mühim bu dünyadaki hayatımız.

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

“…Kalpler ancak Allâh’ın zikriyle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) buyruluyor.

Velhâsıl yine bu seherler için Es’ad Erbilî Hazretleri bir talebesine yazdığı mektupta buyuruyor ki:

“Cenâb-ı Hak kalp gözünü nurlandırsın. (Yani kalp gözünü açsın, seni uyandırsın.) Nasıl ki bir gül yaprağının her noktasında gül suyu mevcutsa, aynı onun gibi sizin de vücudunuzun her zerresinde muhabbet ve dâimî zikrin hoş kokusuyla güzelleştirsin.”

Bu nasıl olacak? Zikirle olacak. Bilhassa seherlerde zikirle olacak. Diğer zamanlarda fiilî zikir hâlinde olunacak, Cenâb-ı Hak unutulmayacak. Cenâb-ı Hak görüyor ve duyuyor. Müteâl, hayal ötesi.

Ne buyuruyor Cenâb-ı Hak:

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“…Nereye gitseniz O (Allah) sizinle beraberdir...” (el-Hadîd, 4)

Velhâsıl kul böyle bir şuurun içine girecek. Kendisini gizleyemez. Her zaman ilâhî huzurda olduğunun idrâki hâline gelecek.

Onun için, yani kalbimizde dâimâ zikrin tersi olan; boş, lâubâlî konuşmalar, dedikodu, gıybet, münakaşa, bir gönle diken batırmak… Bundan kendimizi korumalıyız ki Cenâb-ı Hak:

“Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (el-Müʼminûn, 3) buyuruyor.

Ya sükût edeceksin veyahut da hayır konuşacaksın.

Tabi ictimâî hizmetlerimiz olacak.

Rasûlullah Efendimiz:

“Bugün bir yetim başı okşadınız mı?” buyuruyor.

“Bir hasta ziyaretinde bulundunuz mu?”

Lillâh mı? Gücenir diye değil. Garip birisini ziyaret edeceksin. Bir Suriyeliyi gidip ziyaret edeceksin. “Kardeşim, bir derdin var mı?” diyeceksin.

“Bir hasta ziyaretinde bulundun mu?” (Bkz. Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 12)

Rasûlullah Efendimiz bunları devamlı sorardı.