İslam İçin Ne Yapmalıyız?

Dini ve Felsefi Akımlar

İslam için, ümmet için, insanlık için bir şeyler yapmalıyız. Yapabileceğimiz en iyi şeyi yapmamız, hem kolay, hem de yararlıdır. Oturup seyirci kalmamalı, bir şeyler yapmalıyız.

Her şeyi temizleyen suyun bile durgun olup akmadığında kokuştuğunu görmek, bize ibret olmalı değil mi? Ancak, hareket, ilkelerimize uygun olursa berekettir.

MÜSLÜMAN OLMAK NEYİ GEREKTİRİR?

Öyleyse dinimizi önce iyi öğrenmeli, öğrendiklerimizi de kibarca uygulamalıyız. Ama yetmiyor; bu güzellikleri bütün dünyaya yaymak da bir borcumuzdur aynı zamanda. Müslüman olmamız bunu gerektirir. En iyi neyi yapabiliyorsak, işin orasından tutarak, bir şeyler yapmalıyız Allah rızası için, ömür bitmeden.

ÖNCE İTİKAD SAHİH OLMALI

Hariciler, Hz. Ali ve ordusuna karşı cenk ederken, gece olduğunda, bulundukları yerden sabaha kadar zikir ve Kur’an sesleri gelirdi. Öyle abid, zahid, dindar insanlardı. Oruç tutmaktan zayıf düşmüşlerdi. Namaz kılmaktan belleri bükülmüştü. Az yer, az uyur, geceyi ibadetle geçirirlerdi. Fakat, neye yarar? Neye yaradı bütün bu ibadetler?

Kendi inançlarına göre Hz. Ali ve ordusuyla “Allah için cihad” ediyorlardı.... Ama akide/inanç bozuk olunca, amel bir işe yaramıyordu. O gün Ehli sünnetin temsilcisi olan Hz. Ali ve ordusuyla savaşıyor ve onları öldüre öldüre yok etmeye çalışıyorlardı. Öyle de acımasız katillerdi...

Söyler misiniz, şimdi bunun neresi cihattır? Neresi İslam için yapılan faaliyettir? Bunların yaptığı cihat kime örnek olabilir? Bunları örnek alanların eline günahtan başka ne geçebilir?

Çağımızda yaşayanlar bundan ders ve ibret almalıdırlar. Özellikle de gençlere sesleniyorum: “Her ‘cihad’ diyenin yanına koşmayınız. O hareketin İslamî olup olmadığını iyi araştırınız, alimler ile istişare ediniz. Yoksa “mücahid” olayım derken, Müslüman kanı döken bir “katil” olabilirsiniz. Allah korusun!

AKAİD, MEZHEP VE İYİ NİYET

Önce itikad ehl-i sünnete göre sahih bir itikad olmalı. Onlar, Peygamberimiz, sahabe ve tabiinin itikadı üzere gidenlerdir. Onlar gibi iman etmedikçe, onlar gibi olamayız. (Radiyallahu anhum ecmain.) Resulullah neyi verdiyse aldılar, neyi yasakladı ise attılar, neyi ondan görmedilerse onu “dindendir” diye almadılar. Bidatten sakındılar. Bu arada itikadda müteşabih, yani manası ya hiç anlaşılmayan, ya da az anlaşılan ayetlere olduğu gibi inanıp, “nasıl oluyor?” diye soru ve münazara kapısını açmadılar. Yani “teşbih, temsil, tekyif, tahriften” kaçındılar. Selef-i salihînin yolu bu idi. Ne güzel!

Fakat daha sonra gelen Eş’ariler, Maturidiler gibi koca koca İslam alimleri her devirde o devrin gereğini yapmış, Müslümanlara itikad ve amelde Kur’an’ı Kerîm ve sünnet-i seniyye istikametinde yol göstermişlerdir. Bu arada kelam alimleri bazı müteşabihata uygun mana vermenin bir gereklilik olduğunu görmüş ve bunu yapmışlardır. Meseleyi yüz üstü bırakmamış, görmemezlikten galmemiş, sorunu çözmeye çalışmışlardır. Allah onlardan da razı olsun.

Şimdi Arapça bilmez, dinden ve usülden anlamaz cahil avamın kalkıp da ehli sünnetin bu alimlerine, yaptıkları Kuran ve sünnete uygun teviller yüzünden “seleften saptılar, bid’ata düştüler” demeleri, doğru mudur? “İlk selef usûlünü terk edip tevil ettiler” diye koca koca akaid ve kelam imamlarımızı “yoldan çıkmış” göstermek ayıp değil midir? Bu haddini aşmak olmaz mı?

EHL-İ SÜNNET İMAMLARININ YOLU

İnsan böyle yapacağına, daha saygılı bir üslup ile şöyle dese, biz bir şey demeyiz. “Sen bilirsin” der, geçeriz: “Ben ilk selefin yolunu, üslubunu, anlayışını, sonraki ehl-i sünnet imamlarının usûl ve yoluna tercih ederim.” Dikkat ederseniz bu üslupta inkar ve aşağılama yoktur.

Bazı sivri zekalılar da İmam Maturidi ile İmam Ebu Hanife’nin arasını açmaya çalışıyorlar. Nasıl mı? İmam Ebu Hanife’nin görüşü “selefi” iken, İmam Maturidi onu kelama sokmuş da bid’at’a çevirmiş! Sübhanellah. Yaşa ki neler göresin!

İmam Maturidi, İmam Ebu Hanife’nin akaiddeki görüşlerini kelam ilmi disiplinine sokan, akli delillerle onları destekleyerek bir kelam mezhebine dönüştüren büyük allamedir. Ebu Hanifenin kendi devrinin kelamcıları hakkındaki sözlerini, tutup da Maturidiye hamletmek, hangi aklın ve mantığın işidir? Yani İmam Ebu Hanife’nin, kendisinden yıllar sonra dünyaya gelen birisini kötülediğini söylemek, nasıl bir saçmalamaktır Allah aşkına? İnsanların hangi sözleriyle neyi ve kimi kasdettiğini anlamak da bir ilim işidir.

Üç beş risale veya tercüme kitap okumakla alim olunmaz. Çok okumak ve doğru anlamak gerekir. Asıl tavsiye bir üstad ile okumaktır. Hem doğru anlama ve kavramaya, hem de yolu kolaylaştırıp kısaltmaya yarar. Mütevazi olup alana, bunlar faydalı öğütlerdir.

FIRSAT BİR DÜŞER

Hatîb bin Ebî Beltea (r.a.), Mukavkıs’ın Peygamberimize gönderdiği mektûb, Mâriye ve Sirîn isminde iki cariye, elbise yapımında kullanılacak bir miktar Mısır kumaşı, düldül isminde bir katır v.s. gibi hediyelerle Medine’ye döndü. Hediyeler; Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından kabul edildi. Peygamberimiz (s.a.v.) bizzat Mukavkıs’tan gelen mektubu kendisi açtı ve okuttuktan sonra: “Kötü ve akılsız adam! Saltanatından vazgeçemedi. Koruduğu malı ve saltanatının hiçbirisi kendisinde kalmayacak” buyurdu.

Evet biz de şahidiz ki kalmadı. “Yiğit bin yaşar, fırsat bir düşer.” demişler. Müslüman olsaydı büyük bir ihtimal gene tahtında kalırdı. Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi’s Salatu ve’s Selam)'in uygulamaları öyle olmuştur. Ama insanın hırsları, şan şöhret, makam mansıp tutkuları kendilerini asıl devletten maalesef alı koyuyorlar. Mukavkıs müslüman olmamakla neleri kaybetti asla bilmeyecek. İbretlik bir hadise değil mi?

Kim bilir bizler de ne fırsatlar kaçırmışızdır farkında olmadan. Acaba bilmemek daha mı kârlı? Yoksa nasıl yaşar insan?

Kaynak: Cemal Nar, Altınoluk Dergisi, Sayı: 358