İrfan Nasıl Elde Edilir?

İLİM

İlim mi irfan mı? İlim irfana nasıl dönüşür?

Okuyup öğrenmeye başladığımız günden itibaren biriktirdiğimiz bilgiler, bugün bizi sâlih amellere sevk edip günahlarla aramızda engel olacak bir kuvvette değilse, bilelim ki o öğrendiklerimiz yalnızca zihne depolanmış, kalpte “irfan” hâline gelmemiş demektir.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

«Hikmeti, ehlinden gayriye verirseniz, (ona) zulmetmiş olursunuz.» (Dârimî, Mukaddime, 34)

Bunun bir diğer mânâsı da:

«Hikmet ve esrârı ehlinden de men ederseniz, (bu sefer) onlara zulmetmiş olursunuz.» demektir.”

Mevlânâ -kuddise sirruh-, ledünnî ilmin ilâhî bir nasîb olduğunu, bunun ancak kalbî istîdâdı olanlara lutfedildiğini şu şekilde ifâde eder:

“Yâkub’un, Yûsuf’un yüzünde gördüğü fevkalâdelik, kendine mahsus idi. O nûru görmek Yûsuf’un birâderlerine nasîb olmamıştı. Kardeşlerinin gönül âlemi Yûsuf’u görmekten ve anlamaktan uzak idi.”

“Rûhun gıdâsı aşktır. Canlarınki ise açlıktır.”

“Yâkub’da Yûsuf’un bir câzibesi vardır. Bundan dolayı Yûsuf’un gömleğinin kokusu ona çok uzak bir yerden dahî ulaştı. Gömleği taşıyan kardeşi ise, o kokuyu duymaktan mahrum idi.”

“Çünkü Yûsuf’un gömleği kardeşinin elinde iğreti idi. Kardeşi, gömleği götürüp Hazret-i Yâkûb’a teslîm ile mükellefti. Yâni o gömlek, kardeşinin elinde, esirci elinde bulunan mûtenâ bir câriye gibiydi. Esircinin nefsi için değildi. Satıcıdan başkasına âitti.”

“Çok âlim vardır ki irfandan nasîbi yoktur. İlim hâfızıdır da Allâh’ın habîbi olamamıştır.”

İRFAN KALEM VE KİTAPLA ELDE EDİLMEZ

Çünkü irfan, zâhirî kalem ve kitapla elde edilmez. O ancak gönlünü mârifet nûru ile nurlandırabilen kula ihsan ve ikram edilir. Böyle bir gönle sâhib olan Yûnus Emre Hazretleri, bu hakîkati ne güzel ifâde eder:

Yûnus Emre’m oldu fakir,;

Ecel ensesini dokur,

Gönül kitâbından okur,

Eline kalem almadı...

Bu yüce mertebeden nasipsiz olan erbâb-ı ilimde, yâni ilmini irfân hâline getiremeyenlerde ilim, bir kîl u kâl hâlindedir. Onlar, zâhirî bilgilerinin mahkûmu olmuşlardır. Etrafları evliyâ ile dolu olsa bile yine bir faydası yoktur. Zîrâ onlar, kendilerindeki sığ bilgilerin dar penceresinden bakmaları sebebiyle hakîkati bütünüyle seyredememeleri yanında bu eksikliklerini de etraflarındaki ehlullâha izâfe ederler, yâni her velîye bir noksan bulup kendi yüklendikleri zâhirî bilginin sisleri arasında boğularak öteleri göremezler. Böyle kimseler için Cenâb-ı Hak, geçmiş ümmetlerden misâl ile şöyle buyurur:

“Kendilerine Tevrat gönderildiği hâlde onun gereğini yapmayanların hâli, sırtına kitap yüklenmiş merkebin hâline benzer. (Hele) Allâh’ın âyetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür. Hiç şüphesiz ki Allah zâlimleri hidâyete eriştirmez.” (el-Cum’a, 5)

Âyet-i kerîmede bahsedilen kitap yüklenmiş merkep durumunda olanlar, tıpkı teşbîh edildikleri varlık gibi sırtlarında taşıdıkları kitapların bir kelimesini bile hakkıyla anlamak şöyle dursun, hattâ sırtlarında kitap taşıdıklarının bile farkında değillerdir. Böyle bir ilim ise, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:

“Yâ Rabbi! Fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım!” (Müslim, Zikir, 73) diye buyurduğu cinstendir. İlim; takvâ ve ihlâs ile beslenmezse, faydadan çok zarara sebebiyet verir. Ancak takvâ ile süslenen ilimdir ki, Hak nezdinde makbuldür ve ehline sır âleminin kapılarını açar. O zaman kul, satırlarda olmayan ilme nâil olur ki, bu ancak takvâ bereketiyledir.

Cenâb-ı Hak buyurur:

“...Allah’tan korkun (takvâ üzere olun!.. Bilin ki) Allah (size bilmediğinizi) öğretir!..” (el-Bakara, 282)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su, Erkam Yayınları