İnsan Allah’ı Unutursa

İLİM

İnsanı Allah’a yaklaştıran amelleri öğretmesi sebebiyle, en üstün hayır ilimdir. Dolayısıyla akıllı bir mü’min, Cennete girinceye kadar ilim öğrenip onunla amel etmeyi hiçbir zaman terk etmez.

İlmin fazileti ile ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...

1- Ebü’d-Derdâ (r.a.) der ki: Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:

“Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiyi Cennetin yollarından birine sevkeder. Melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunan her şey, hatta suyun altındaki balıklar bile âlim için Allah’a istiğfar ederler. Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, mîras olarak altın ve gümüş bırakmazlar; onlar ilmi miras bırakırlar. Kim bu mîrâsı alırsa, büyük bir nasip almış olur.” (Ebû Dâvûd, İlim, 1/3641; Tirmizî, İlim, 19/2682. Ayrıca bkz. Buhârî, İlim, 10; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

2- Ebû Ümâme’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir.”

Sonra Resûlullah şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki Allah Teâlâ, O’nun melekleri, göklerde ve yerlerde bulunan bütün canlılar, hatta yuvalarındaki karıncalar ve balıklar bile insanlara hayrı öğreten kişiye dua ederler.” (Tirmizî, İlim, 19/2685)

3- Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle anlatır:

“Nebiyy-i Ekrem zamanında iki kardeş vardı. Bunlardan biri (ilim öğrenmek için) Peygamber Efendimiz’in yanına gelir, diğeri de çalışır, bir meslek icra ederdi. Bir gün çalışan kardeş, diğerini Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e şikâyet etti.

Resûlullah:

“–Belki de sen, onun yüzünden iş buluyor ve rızıklandırılıyorsun” buyurdu. (Tirmizî, Zühd, 33/2345)

4- Ebû Saîd el-Hudrî’den (r.a.) nakledildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Mü’min, sonunda varacağı yer Cennet oluncaya kadar, işittiği hiçbir hayra (ilme) asla doymaz.” (Tirmizî, İlim, 19/2686)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

İlim, hakikatte Allah Teâlâ’nın bir sıfatı olup kullar için mecâzen kullanılır. Bir kul, Allah’ın ilim sıfatından ne kadar nasib alırsa o nisbette fazilet ve değer kazanır.

İslâm kadar ilme ehemmiyet veren başka bir sistem yoktur. Mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de, “ilim” kelimesi ve bu mânâya yakın diğer kelimeler yüzlerce defa tekrar edilir. Kişinin Rabbini bilmesi, Kitap ve Sünnet’i öğrenmesi, dünya ve âhiret saâdetine götürecek bilgileri elde etmesi istenir. İlim sahipleri medhedilerek şöyle buyrulur:

“…Allah, içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.” (Mücâdele 58/11)

“Kulları içinde Allah’tan (gereği gibi) ancak âlimler korkar.” (Fâtır 35/28)

“İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak âlimler düşünüp anlayabilir.” (Ankebût 29/43)

Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz’e sadece ilmini artırması için dua etmesini emretmiş, ilimden başka herhangi bir şey için “artır” diye dua etmesini emretmemiştir.

Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır.” (Tâhâ 20/114)

Allah Teâlâ Rahmân sûresinin başında, bütün nimetlerden önce talim (öğretme) nimetini zikreder. Böylece öğretme ve öğrenmenin, Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını tanıdıktan sonra en mühim faaliyet olduğuna işaret buyurur. Çünkü Allah Teâlâ’nın kabulüne mazhar olabilmek ancak ilimle mümkündür. Sanki Cenâb-ı Hak burada şöyle buyurmaktadır: “Her şeyden evvel ilme ihtimam gösterin, çünkü o nurdur, ışıktır, sahibini hakikate ve kemâle ulaştırır. Cehaletten kaçının, çünkü o karanlıktır, haktan kesilmektir, noksanlık ve yok oluştur.”[1]

Resûlullah da hadislerimizde, hakîki ilim tâlipleri için pek sevindirici müjdeler vermiştir. İlmin ve ilim tâlibinin faziletine dâir, bunların dışında daha pek çok hadis-i şerif mevcuttur. Onlardan bir kısmı şöyledir:

“İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.” (Tirmizî, İlim, 2/2647)

GIPTA EDİLEN İKİ İNSAN

“Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir:

Allah’ın kendisine ihsân ettiği malı Hak yolunda harcayıp tüketen kimse; Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.” (Buhârî, İlim, 15; Zekât 5; Ahkâm, 3; Müslim, Müsâfirîn, 268)

“Allah, kimin hayrını dilerse onu dinî konularda fakîh (ince anlayış sahibi) kılar.” (Tirmizî, İlim, 1/2645)

EN FAZİLETLİ SADAKA

Allah’ın Peygamberleri, mîras olarak dünya malı değil, ilim bırakmışlardır. Ellerinde bulunan dünya mallarını ise ümmetlerinin faydası için kullanmışlardır. İslâm âlimleri de, bu mîrâsı elde etmek ve Peygamber Efendimiz’in bir tek hadisini ilk râvîden duyabilmek için îcâbında aylarca yolculuk yapmışlardır. İlim öğrenip insanlara anlatmayı en faziletli sadaka[2] bilen âlimlerimiz, bu uğurda pek çok meşakkate katlanarak ilmi geliştirip bize kadar ulaştırmışlardır.

ÖLÜ KALPLER NASIL DİRİLİR?

İlim sahibi bir insan, sadece kendisine değil başkalarına da faydalı olur. İnsanlar, hayatta kalabilmek için yemeye içmeye muhtaç oldukları gibi, dinlerini yaşayıp ebedî kurtuluşa erebilmek için de ilme ihtiyaç duyarlar. Çünkü, ibadetlerin ve kulluğun sıhhati, ilme bağlıdır. Âlimlerin sözleriyle mânen ölü kalpler dirilip canlılık kazanır.

Âlimler, insanları hayra ve sâlih amellere sevkettiğinde, onların yaptığı iyiliklerden de sevap alırlar, amel sahibinin ecrinden de hiçbir şey eksilmez. (Bkz. İbn-i Mâce, Mukaddime, 20)

İnsanlar gibi, yeryüzündeki diğer canlılar da, âlimlerin ilminden istifâde ederler. Zira insanlar âlimlerden öğrendikleri güzel ahlâk neticesinde, bütün mahlûkâta şefkat, merhamet ve muhabbetle davranırlar. Bu sâyede bütün varlıklar huzur bulur ve yeryüzüne bereket yağar. Dolayısıyla yaratılan her şey, âlim için dua ve istiğfarda bulunur. Melekler bile, ilim tâlibine hürmet eder, tevâzu gösterir ve onu koruyup yardımına koşarlar.

Allah Teâlâ, dine ve insanlara hizmet etmek için ilimle meşgul olan kullarının işlerini kolaylaştırır ve onları ummadıkları yerden rızıklandırır. İlim ehline yardım edenleri de dünya ve âhirette mükâfatlandırır. Belki de dünya malı kazananlar, Allah için ilim talep edenlere yaptıkları yardımın bereketiyle bol rızık elde etmektedirler.

CENNETE GÖTÜREN HAYIR

Dördüncü hadisimizde ilim, insanı Cennete götüren bir hayır olarak tarif edilmiştir.

İnsanı Allah’a yaklaştıran amelleri öğretmesi sebebiyle, en üstün hayır ilimdir. Dolayısıyla akıllı bir mü’min, Cennete girinceye kadar ilim öğrenip onunla amel etmeyi hiçbir zaman terk etmez. Bu hususun insanı Cennetin yoluna sevkedeceğini idrak eder. İlmin her an ihtiyaç duyulan büyük bir nimet olduğunu bilir.

Nitekim Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) şu tavsiyede bulunur:

“Ortadan kalkmadan evvel ilme sıkıca sarılınız. Onun ortadan kalkması ilim sahiplerinin yok olup gitmesidir. İlme sarılın, çünkü bir insan ona ne zaman muhtaç olacağını bilemez…” (Dârimî, Mukaddime, 19)

Bütün kötülük ve çirkinliklerin başı cehâlettir. Hatta, küfür ve şirk bile cehâletten kaynaklanır. Bunun için Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:

“Sakın câhillerden olma!” (En’âm 6/35)

“Câhillerden yüz çevir!” (A’râf 7/199)

METHEDİLEN İLİM

Ancak şuna çok dikkat etmek lâzımdır ki, âyet ve hadislerde medhedilen ilim, öncelikle Allah’ı, âyetlerini, dîni ve âhireti bilmektir, marifettir. Yani hakikati idrâk etmektir. Bu ilim, insanı eserden müessire götürür. Fizik, kimya vb. her türlü bilgiler de, sağlıklı öğrenildiği ve öğretildiği zaman kişiyi Allah’a götürür. Bunun dışındaki, sadece zihni doldurup kâinatın hakikatlerine ulaştırmayan, açık ve muşahhas varlıkların ötesine geçmeyen bilgiler, ilim sayılmaz. Diğer bir ifadeyle bilmek, bir şeyi zihne almak değil, kâinâttaki sırrı ve muammâyı çözmeye çalışmaktır.

ALLAH’I UNUTAN KİŞİ

Cenâb-ı Hak, bilenleri şöyle tasvir eder:

“Gece saatlerinde secde eden ve ayakta duran, (samîmi bir mü’min olarak) ibadet eden, âhiret azabından sakınan ve Rabbinin rahmetini arzulayan kimse, hiç (Allah’ı unutan müşrik) gibi midir?

De ki: Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu? Ancak selim akıl sahipleri ibret ve öğüt alır.” (Zümer 39/9)

Âyet-i kerimeye göre “bilenler”, geceleri kalkıp ibadet eden, secdelere kapanan, kıyamda duran, âhireti düşünüp korkan ve Rabbinin rahmetini uman kimselerdir. İlme sahip olduğu halde bu kıvamda yaşamayan kimseler ise, “bilmeyenler” sınıfına dâhildir.

[1] Hüsnü Geçer, Külliyât, İstanbul 2016, s. 21.

[2] İbn-i Mâce, Mukaddime, 20.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimizden Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları