İlmin Hikmet ve Sırları

İLİM

İslam’da ilmin önemi nedir? İlmin hikmet ve sırları.

İlim ve Kur’ân yolunda gayret göstermek, insan nesline yapılabilecek en mühim hizmetlerden biridir. İnsanın dünyaya âit bedenî varlığını devâm ettirebilmesi için maddî gıdâlar nasıl zarûrî ise, ebedî hayattaki saâdetini sağlayacak olan rûhî ve mânevî gıdâlar da aynı şekilde zarûrî ve elzemdir.

Kur’ân-ı Kerîm’de beyân edildiği üzere, bir insanın maddî hayâtını kurtarmak, bütün insanlığı kurtarmak gibi bir ecir kazandırırsa,[1] bir gönlü ihyâ etmek ve bir kişinin mânevî hayâtını kurtarmak gibi mânevî hizmetlere Cenâb-ı Hak, kim bilir ne büyük mükâfatlar ihsân eder. Zîrâ insanın yaratılış maksadı dünyada ebedî kalmak değil, mâneviyâtını takviye ederek âhiret âlemine hazırlık yapmaktır. Onun maddî bedenini beslemesi bile, hayâtiyetini sürdürerek rûhî tekâmülünü gerçekleştirme ve dolayısıyla da ebedî saâdete hazırlanma gâyesine mâtuftur.

İLİM KUVVETTİR

Cenâb-ı Hakk’ın ilim sâhibi olduğunu, gizli açık her şeyi bildiğini ifâde eden pek çok güzel ismi mevcuttur. Kul, Allâh’ın ilim sıfatından nasîb alma gayreti içinde olmalıdır. Çünkü ilim, en büyük hazine ve en mühim kuvvettir. Şeyh Sâdî’nin ifâde ettiği gibi; “Her kim bilgili ise, kuvvetli olur.”

HER CANLIYA FAYDASI VARDIR

İlmin, sadece sâhibine değil, başka insanlara ve hattâ canlı-cansız bütün varlıklara da faydası dokunur. Zîrâ hak ile bâtılı ayırmanın en mühim vâsıtası ilimdir. İlm-i nâfî ile meşgul olmak, Allah rızâsını kazanmak için tutulan en iyi yol ve en üstün ibâdettir.

İslâm, cehâletin her çeşidini reddetmiş ve kınamıştır. Çünkü cehâletin her türünde küfür ve isyandan bir hisse vardır. Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur:

“Cehâlet öyle bir binektir ki, üzerine binen zelil olur, arkadaşlık yapan yolunu kaybeder.”

Şunu da unutmamak gerekir ki, bütün ilimler, Cenâb-ı Hakk’ın kâinâta koyduğu kâideleri (yâni sünnetullâh’ı) tespit gayretinden ibârettir. Öyleyse hakîkî ilim sâhibi olmak, o kâidelerden hareketle hikmet ve sırlara intikal edebilmek ve hattâ orada da takılı kalmayıp o hikmet ve sırların mutlak menbaına ulaşabilmektir. Nitekim Mevlânâ Hazretleri, zâhirî ilimlerin deryâsındayken yaşadığı hâlini “hamdım”, hikmet ve sırlara vâkıf olduğu zamanları “piştim”, kâinat kitabının sayfalarını çevirerek vardığı mârifetullah devresini de “yandım” diye ifâde etmiştir.

EN FAYDALI İLİM

O hâlde insanoğluna en faydalı olan ilim, mutlak ilim sâhibi olan Cenâb-ı Hakk’ın âdeta süzülmüş bir öz hâlinde Kur’ân-ı Kerîm’e derc ettiği ilâhî hakîkatlerdir. Bütün bunlar, insanı mârifetullâha götürür ki, zâten ilimden matlûb olan da budur.

Cenâb-ı Hak biz kullarını, bu keyfiyetteki ilmi tahsîl etmeye âyet-i kerîmelerde şöyle teşvik buyurur:

“De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır.” (Tâhâ, 114)

“Allah, içinizden îman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.” (el-Mücâdele, 11)

“Allah’tan, kulları içinde ancak ilim sâhibi olanlar (lâyıkıyla) korkar.” (Fâtır, 28)

“İşte Biz, bu misalleri insanlar için veriyoruz; fakat onları ancak âlimler düşünüp anlayabilir.” (el-Ankebût, 43)

Kays bin Kesîr şöyle anlatır:

“Dımaşk’ta bulunan Ebu’d-Derdâ Hazretleri’ne Medîne-i Münevvere’den bir zât geldi. Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh-:

“–Ey kardeşim, seni buralara kadar getiren nedir?” diye sordu.

Medîne’den gelen kimse şu cevâbı verdi:

“–Bir hadîs-i şerîf. Bana ulaştığına göre sen o hadîsi Resûlullah’tan -sallâllâhu aleyhi ve sellem- rivâyet ediyormuşsun. (İlk râvîden dinlemek için geldim)”

“–Herhangi bir ihtiyaç için gelmedin mi?!”

“–Hayır.”

“–Ticâret için de mi gelmedin?!”

“–Hayır.”

“–Sadece o bir tek hadîs-i şerîfi öğrenmek için geldin, öyle mi?! Ben Resûlullah’ın -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurduğunu işitmiştim:

«Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa, Allah Teâlâ ona cennet yolunu kolaylaştırır. Melekler, ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler. Göklerde ve yerde bulunan varlıklar, hattâ sudaki balıklar bile âlimlerin affedilmesi için Allâh’a yalvarırlar. Bir âlimin, sadece ibâdetle meşgul olan bir kimseye üstünlüğü, on dördüncü gecesinde ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin mîrasçılarıdır. Peygamberler altın gümüş değil, sadece ilmi mîras bırakmışlardır. İşte bu ilim mîrâsına konan kimse, çok büyük bir kısmet kazanmış olur.” (Tirmizî, İlim, 19/2682; Ebû Dâvûd, İlim, 1/3641)

İLMİN FAZİLETİ

Fahr-i Kâinât Efendimiz, ilmin fazîletini diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle beyan buyurmuşlardır:

“Yalnız şu iki kimseye gıpta edilir:

– Allâh’ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse;

– Allâh’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.” (Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ’tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268)

İLİM CİHATTIR

İlim bir nevî cihattır. Çünkü cihâdın gâyesi, insanlara İslâm’ı duyurup ulaştırmaktır. Yoksa toprağı kanla sulamak değildir. Sırf toprak elde etmek için yapılan savaşlar, insanlığın yüz karası bir zulümdür.[2] Dolayısıyla İslâm’da cihâdın en mühim vâsıtası ilimdir. Nitekim hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulur:

“İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.” (Tirmizî, İlim, 2/2647)

“Bir kimse İslâm’ı ihyâ edip yaşatmak için ilim tahsil ederken ölürse, onunla peygamberler arasında sadece bir derece vardır.” (Dârimî, Mukaddime, 32)

Dipnotlar:

[1] Bkz. el-Mâide, 32. [2] Bu hususta tafsîlât için bkz. Osman Nûri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafâ, II, 81-85.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları