İlk Ezanla Sevindirdi, Son Ezanıyla Ağlattı

İHSAN

Okuduğu ilk ezanla sevindiren, son ezanıyla ağlatan Bilal Habeşi’yi (r.a.) Peygamberimizin (s.a.v.) vefatının ardından terk ettiği Medine’ye döndüren rüya.

Hazret-i Mevlana Mesnevi’de der ki:

“Bazıları peygamberlerle cenk etmeye kalkıştılar. Onların bedenlerini gördüler; onları basit insan sandılar.” (c.2, 3113)

Peygamberleri sadece hemcinsleri olan insanlardan bir fert olarak telakkî edip onlardaki ilâhî tecellî, hikmet ve nasibi görmeyenler, nefislerini edebsizlik ve saygısızlığa sürüklenmekten kurtaramazlar. Bu, tarihte de daima böyle olmuştur. Peygamberleri, ilâhî memuriyetleri ve bunun neticesi olan mânevî dünyâları itibariyle kavrayamayanlar, itaat ve teslimiyet noktasına ulaşamayıp küstahlıkları sebebiyle zelîl olmuşlardır. Ebû Cehiller, Ebû Lehebler, Hazret-i Peygamberi kendileri gibi etten bir kalıp zannettiler de bu idrâk noksanlığının kurbanı olarak helâk edildiler.

Peygamber Efendimizi yakından tanıyan sahâbîler ise, onu hayranlıkla seyrettiler. Ashabın zirvelerinden olan Hazret-i Ebûbekir ise onun yanındayken bile O’na hasret içinde kalır ve onu hasretle seyrederdi.

Rasûlullâh’ın baş müezzini, Peygamber mescidinin bülbülü Hazret-i Bilâl -radıyallâhu anh-’ın hâli ise çok daha başkaydı. Allâh Resûlü dünyâyı terkedince sanki dilini yuttu, ağzını bıçaklar açmaz oldu. Koca Medîne kendisine dar geldi.

Halîfe Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, Bilâl’e ezan okuması için defâlarca yalvardı. O peygamber âşığı, dertli Bilâl, şu cevâbı verdi:

“−Yâ Ebubekir! Benim arzumu sorarsan, Resûlullâh’tan sonra ezan okumaya tâkatim kalmadı. Beni zorlama. Ne olursun, beni kendi hâlime bırak!..”

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- ise, Resûlullâh hasretiyle Bilâl’den o güzel demlerin ezânını ısrarla istiyor:

“−Ümmet, Rasûlullâh’tan sonra, bir de onun müezzininden de mi mahrûm olsun?” diyordu.

Israrlara dayanamayan Bilâl, nihâyet sabah ezânı için boynu bükük, gözü yaşlı minâreye çıktıysa da boğazına tıkanan hıçkırıklardan, ezanı okuyamadan geri indi. Ebûbekir -radıyallâhu anh- daha fazla ısrâr etmedi.

Bilâl -radıyallâhu anh-, Allâh Rasûlü’nün aziz hâtıralarıyla dolu Medîne’de daha fazla duramadı, o sabah namazından sonra derhal yola çıktı. Şam’a gitti. Bir an evvel Resûlullâh’a kavuşmak hasretiyle, serhad boylarında şehâdet peşinde muhârebelere iştirâk ediyor, ancak takdîr-i ilâhî gereği, her defâsında gâzî oluyordu. Bu minvâlde seneler geçti.

BİLAL HABEŞİ’NİN (R.A.) RÜYASI

Bir gece, rüyasında Hazret-i Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’i gördü. Rasûl-i Ekrem şöyle buyuruyordu:

“−Yâ Bilâl! Bu cefâ nedir? Beni ziyâret edecek vakit hâlâ gelmedi mi?”

Hazret-i Bilâl telaşla uyandı. Derhal devesine atlayıp engin çöllere daldı. Yalnız başına günlerce yol aldıktan sonra, nihâyet nûrlu Medîne’ye geldi. Hiç kimseye görünmeden derhal Rasûlullâh’ın kabrine koştu. Mezârın üzerine kapandı. Yüzünü gözünü mezarın toprağına sürerek, gözyaşları içinde:

“−Geldim Yâ Resûlallâh, geldim işte!” dedi.

Tam bu esnâda, Resûl-i Ekrem’in torunları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin çıkageldi. Onları gören Bilâl, mezarın üzerinden kalkarak:

“−Aah! Resûlün nûr-i dîdeleri (göz nûrları)!” dedi ve hasretle onları kucakladı.

Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh-:

“−Yâ Bilâl! Senden bir şey ricâ etmek istiyorum, yapar mısın?” dedi. Hazret-i Bilâl -radıyallâhu anh-:

“−Söyle cânımın cânı, söyle!” deyince:

Hasan -radıyallâhu anh-:

“−Resûlullâh’a Mescid-i Şerîf’te okuduğun ezâna hasretiz. Onu işitmek istiyoruz. Okur musun?” dedi.

Bilâl -radıyallâhu anh- da:

“−Sizin için okurum.” dedi.

Öğle vakti Hazret-i Bilâl, Mescid-i Nebevî’de eskiden ezan okuduğu yere çıktı.

Dertli ve yanık bağrından öyle bir “Allâhü Ekber, Allâhü Ekber!” dedi ki, koca Medîne Allâh Resûlü’nün tedâisinden zangır zangır titredi. Dağlar taşlar bu yanık sadâ ile inledi.

“Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh”a gelince Medîne çalkalandı.

“Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullâh!” da ise artık bütün halk sokaklara dökülmüştü.

“−Ne oldu, Resûlullâh dünyayı yeniden mi teşrîf etti.” diye birbirine soranlar, ağlayanlar, hıçkıranlar...

Hazret-i Bilâl ise, boğazına saplanan hıçkırıkları zaptetmeye ve ezân-ı Muhammedî’yi tamamlamaya çalışıyordu. Fakat ne mümkün... Neredeyse hıçkırıktan boğulacak. Kendisini tutamadı, bitkin ve gözü yaşlı bir hâlde, olduğu yere bir külçe gibi yığıldı kaldı.

Cennet hanımlarının efendisi Fâtımâ annemiz, mübârek babaları Rahmet Peygamberi’nin fânî ayrılığından o kadar mahzûn oldular ki:

“−Fahr-i kâinâtın ukbâ âlemini teşrîfleri ile benim üzerime öyle bir musîbet geldi ki, karanlığın üstüne gelse, karanlığın rengi değişirdi.” buyurdular.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ab-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları