İlim Saiplerine Yakışan İki Özellik

İLİM

İlim, hilmi/yumuşak ve anlayışlı olmayı artırırsa işte o zaman, kendisinden bekleneni  vermiş olur. İlim adamı da sevimli bir hilim kaynağı, kemal örneği ve “İlim ile hilmi nefsinde birleştirebilmiş  kişi ne güzel insandır” takdirine layık bir kişi haline gelir.

Yeni bir eğitim-öğretim yılının başlamasıyla bugünlerde, istedikleri okul ve fakültelere yerleşmiş olanların sevinçlerine eş, bu imkanı bulamamış olanların da bir tür burukluk yaşadıkları ve üzüldükleri bilinmektedir.

Resmisi ve özeliyle eğitim-öğretim kurumlarının başarıyı kontenjanlarını doldurmuş olmakta değil, yetiştirdiklerinin kıvamında aramaları kadar aslında  tabii bir şey olamaz. Hangi düzeyde olursa olsun mezunlarının üniversiteye girebilmiş olmalarını ve üniversite sonrasında iş bulabilmiş olmalarını “başarı” olarak yeterli bulan anlayış hemen her eğitim-öğretim kurumuna hakimdir.

İLİM VE HİLİM YA DA MA'RİFET VE FAZİLET

İşte böylesi bir ortamda işin esasını teşkil eden ve fakat her nedense pek üzerinde durulmayan bir boyutunu birlikte değerlendirelim istedim: İlim ve hilim ya da ma’rifet ve fazilet.

İlim bilgi ise, hilim de bilgi sahibinin yumuşak huyluluğu, olgunluğu, geçimli ve uyumlu olması yani kıvam göstergesidir.

Bu iki faziletin hiç kuşkusuz ilk aranacağı yer, mektep-medrese görmüş ilim sahibleri, âlimlerdir. Hilim, ilimsiz de güzeldir. Ancak hilimsiz ilim, kabalıktan yakasını kurtaramamış, yeterince etkili olamamış, kadr u kıymeti takdir edilememiş bir değerdir.

Hangi alanda olursa olsun ilim, ilim olarak bir değerdir. Hilim de o ilmin bir gereği ve dışa vurumu olarak gıbta edilecek bir güzellik ve özelliktir. Şöyle de diyebiliriz: İlim hilmi; hilim ilmi besleyen iki özel kaynak ve iki güzel erdemdir. Bu iki fazilet yekdiğeri için güvenli ve belirleyici yegane barınaktır.

Okudukça hilmi ve yumuşak huyluluğu, olgunluğu, nezâketi öne çıkacak yerde kabalığı ve huysuzluğu artan ve kabaran bir kişinin okumamış/ sade cahilden çok daha çirkin ve çekilmez bir kişilik olduğu açıktır. Bunun için olmalıdır ki İmam Ebu Yusuf, idare edilmesi gerekli beş sınıf insanı sayarken “ ilminden istifade edilen (huysuz) hoca”ya  da yer vermiştir.[1] Bilgisi hatırına kendisine tahammül edilen hoca/ilim adamı sizce de garip değil mi?

Medeniyet için “ma’rifet ve fazilet”in yani ilim ve hilmin gereği ortadayken, faziletsiz bir ma’rifet’in/ilmin ya da ma’rifetsiz bir faziletin/hilmin medeniyet kavramına ne kadar yabancı düşeceğini anlamak zor olmayacaktır. Âkif merhumun tesbitiyle söyleyecek olursak;

“Sâde bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli

Bir halas imkanı var: Ahlâkımız yükselmeli! [2]

Çünkü milletlerin ikbâli için evlâdım

Ma’rifet, bir de fazilet... İki kudret lâzım!

Ma’rifet kudreti olmazsa bir ümmette eğer,

Tek faziletle teâli edemez za’fa düşer.

Ma’rifet, farz edelim, var da, fazilet mefkûd

Bir felâket ki cemaatler için, na-mahdûd! [3]

Eğitim görmüş kişilerin üstün niteliklerinden birisi de olgun davranışlı, hilim sahibi ve nâzik olması, kaba ve katı tavırlı olmamasıdır.

İLİM, YUMUŞAK VE ANLAYIŞLI OLMAYI ARTTIRMALI

İlim, cehaleti ortadan kaldırmak anlamında kalırsa, yine de bir değerdir. Ancak ilim, hilmi/yumuşak ve anlayışlı olmayı artırırsa işte o zaman, kendisinden bekleneni  vermiş olur. İlim adamı da sevimli bir hilim kaynağı, kemal örneği ve “İlim ile hilmi nefsinde birleştirebilmiş  kişi ne güzel insandır” takdirine layık bir kişi haline gelir.

Okudukça sertliği ve kabalığı artan, enaniyeti kabaran kişiler, eğitimin ve ilmin sevimli yüzünü  çirkinleştirmekten başka bir anlam ifade edemezler. Hatta belki çevrede okumuş ama olgunlaşamamış kişilere ve onları yetiştiren kurumlara yönelik içten içe bir nefret havasının gelişmesine vesile olurlar. Böyleleri keşke “imâlât hatası” denilip geçilecek kadar az olsaydı.

İlmin vakarını canlı olarak temsil edip yeni yetişmekte olanlara örnek olmayı başarabilen hocalar yanında, o vekara hiç de uymayan kaba ve uyumsuz davranışlarıyla öne çıkan kişileri ilim de doyuramamış, olgunlaştıramamış demektir. Durum bu ise, merhum Akif’in ifadesiyle toplum için “nâ mahdûd bir felâket = sınırsız ve önlenemez bir felâket ve çöküş”ten başka bir şey kalmamış değildir..

Her kişi ve toplum yarınlarını mektep-medrese görmüş vahşi-medenilere değil, gerçekten ilim ve hilim sahibi bilgili ve medeni/olgun kişilere teslim etmek ister.

Anlı-şanlı hayat yaşamış kimi bilim insanlarının hal-i hayatlarında yanlarına yanaşılamaz sert ve kaba, kendilerini beğenmiş durumları, -övgü satırları ne derse desin, adlarına haftalar, aylar ve hatta yıllar tahsis edilsin- yakın tanıkları için acı birer tebessüm ve elem vesilesidirler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, geçmişlerin  iyilikleriyle anılmasına, kötülüklerinin söylenmemesine yönelik tavsiye ve talimatı olmasaydı,[4] öyle zannediyorum, hilimden mahrum kalmış ilim ve ünvan sahibi kişileri örneklendirmekte, ulusal ve küresel çapta asla isim bulma sıkıntısı çekilmezdi.

İLMİ ARTANIN HİLMİ ZİYADELEŞMELİ

Hilimden uzak, fevri, kaba ve haşin davranışları, bilginin heyecanına vermek mümkün değildir. İlmi artanın hilmi de ziyadeleşmelidir. Tabii ve övgüye layık olan budur. Halkımızın ifadesiyle “Okumuş ama adam olamamış” kişiler, hilmi eksik olanlardır. Bu tür bir gerçek herhalde dini bilimler alanında olursa çok daha acı verici ve can yakıcı olacaktır.

Öte yandan hilim, ilmin yayılmasına, tebliğ ve irşadın etkili olmasına en uygun zemini oluşturur. Nitekim Yüce Rabbimiz, Peygamber Efendimize hitaben bu konuda şöyle buyurmuş ve toplumsal gerçeği duyurmuştur:

“(Resûlüm!) O vakit, Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet Sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için duâ et!..”[5]

Ümmetin her ferdi için olduğu gibi özellikle ilim sahipleri için de hilim konusunda en güzel örnek pek tabii olarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemdir.  Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz pek mülâyim/hilim sahibi idi. Bu yüzden insanlarla ilişkilerinde dâimâ kolaylığı tercih eder, zorluğa, öfke ve kızgınlığa yer vermezdi. Hakkın çiğnenmesi dışında pek öfkelenmez, şahsına karşı işlenen kusurları kolayca bağışlardı. Ne kadar kaba bir söz ve davranışa muhatap olursa olsun nezâketini bozmaz, kendisine kötülük edenlere bile güzellikle muâmele ederdi. Böylece o sallallahu aleyhi ve sellem hilim ve olgunluğuyla öncelikle ve özellikle ilim sahibi ümmet bireylerine “en güzel örnek” olmuştur.

Şuna da işaret edelim ki “ilim, öğrenmekle; hilim de tehammül etmekle/yumuşak davranmakla elde edilir.”[6]

Ne diyelim, “Ya Rab, bizi ve yetişenlerimizi  ilimle zenginleştir, hilimle güzelleştir.”[7]

Dipnotlar: 1) Bk. Çakan, Hadis Öğrenimi, s. 51-52 2) Safahat, s.274 3) Safahat, s. 403 4)اذكُرُوا مَحاسِنَ موتاكم، وكُفُّوا عن  مَساويهم Ebu Davud, Edeb 43; Tirmizi, Cenâiz 34 5) Âl-i İmrân, 159 6) Bk. Beyhaki, Şuabu’l-iman, VII, 398

Kaynak: Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 392