İlâhî Sır ve Hikmetlerin Anahtarı

TEFEKKÜR

Kâinat kitabında sergilenen ilâhî sır ve hikmetleri kâmil mânâda okuyabilmek için bir hususta derinleşmek lâzımdır.

Kâinat, sonsuz ilâhî güzelliklerin menbaından taşan tecellîler sergisidir. İnsan denilen muammâ da, ilâhî neşve ve güzelliklerin kâmil bir tecellîsidir. Gören gözler, duyan kalpler, yeryüzünde ilâhî azamet ve kudret akışlarından başka bir şey duymaz ve görmezler. İnsanı, bu yüksek kalbî kıvâma ulaştıracak olan en büyük vâsıta ise, tefekkürdür. Zira Hakk’ın azametini tefekkür, hakîkate ulaşmanın yegâne vâsıtası, tâbiri câizse şah damarıdır.

TEFEKKÜR KÂBİLETİ

Nitekim Cenâb-ı Hak, bütün mahlûkâta kendi ihtiyâcına göre bir tefekkür kâbiliyeti ihsân etmiştir. İnsanların ve cinlerin dışındaki mahlûkâtın tefekkür kâbiliyetleri, basit bir şekilde hayatlarını sürdürmeye kâfî gelen “sevk-i tabiî”ler hâlindedir. Yavrusuna muhabbetle besleyip büyütmek ve kendisini tehlikelerden muhâfaza etmek gibi.

İnsana ise tefekkür, azamet-i ilâhiyyeyi ve kâinattaki ilâhî kudret tecellîlerini düşünerek vuslata, yani mârifetullâha ulaşabilmek ve bu irfan ufku içerisinde sâlih ameller işlemek için lutfedilmiştir. Bu sebeple insanın tefekkür deryâsında derinleşmesi zarûrîdir. İnsanın kâinâta ibret nazarıyla bakması ise tefekkürde derinleşmek için atılacak ilk adımdır.

AKLIN İBÂDETİ

İnsanoğluna hidâyet haritası olarak lûtfedilen Kur’ân-ı Kerîm de, ilk âyetinden son âyetine kadar bizlere tefekkür tâlîmi yaptırmaktadır. Zira, Kur’ân-ı Kerîm’de Allâh’ın nîmetleri sayıldıktan sonra, insanlara defalarca; “Ey bakış, görüş (idrak) sahipleri!..” diye hitâb edilmiş olması, yine pek çok âyet-i kerîmede; “Hiç düşünmez misiniz? Akletmezler mi? İdrâk etmezler mi?” buyrulması, insanoğlunun kâinâtı boş ve kavrayışsız bir nazarla değil; hikmeti idrâk edecek bir basîretle müşâhede etmesi gerektiğinin bir ifâdesidir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, 2011