Hz. Yunus'un (a.s.) Kavmi Helak Olmaktan Nasıl Kurtuldu?

Peygamberler Tarihi

Hz. Yunus'un (a.s.) kavmi helak olmaktan nasıl kurtuldu? İsyan eden kavimlerin çoğu helak olurken Allah (c.c) onlara nasıl merhamet etti? Kavim ne yaptıda affedildi? İşte cevabı...

Yûnus -aleyhisselâm- gibi, onun kavmi de bizler için bir örnektir. Zira Hazret-i Yûnus; kavmini terk ettikten sonra, gökyüzü karardı. Onlar nedâmete geldiler, gönülleri uyandı, yalvara yalvara tevbe ettiler, Allah da tevbelerini kabul etti.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Hiçbir şehir ahâlîsi yoktur ki, (yeis hâlinde) îmân etmiş olsun da, bu îmânı ona fayda versin! Ancak Yûnus kavmi müstesnâdır ki; bunlar îmân edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvâlık (perişanlık) azâbını uzaklaştırıp giderdik ve onları ecelleri gelinceye kadar (yaşatıp) faydalandırdık!” (Yûnus, 98)

Hazret-i Mevlânâ tevbe edişlerini şöyle anlatır:

“Yûnus -aleyhisselâm-’ın kavmine belâ gelip çattı. Gökten ateş dolu bir bulut ayrıldı.

Şimşekler çakıyor, yıldırımlar taşları bile yakıyordu. Gök korkunç şekilde gürlemekte, herkesin beti benzi sararmakta idi.

Onların hepsi de damda idiler. Vakit gece idi; gökyüzünden gelen bu belâ, gece vakti gelip çatmıştı. Hepsi de damlardan aşağı indiler. Başları açık ovaya doğru koşuşmaya başladılar.

Analar evlâtlarını kendilerinden ayırdılar. Böylece hepsi, çağrışıp ağlamaya, feryat ve figāna koyuldular. Akşam namazı vaktinden seher vaktine kadar, başlarına toprak serptiler. Hepsi de ağlaşıyorlardı, yalvarıyor, feryat ediyorlardı. Sonunda o inatçı kavme Allah acıdı.

Ümitsizlikten, sabırsızca ah ve feryattan sonra, bulut yavaş yavaş dağılmaya başladı.” (Mesnevî)

Hâl-i hazırda yaşadığımız salgında olduğu gibi; hâdisâtı sadece zâhiriyle değerlendirenler, ondaki mânâ tarafını ihmâl edenler her zaman olmuştur. Hazret-i Mevlânâ onlar hakkında şöyle der:

“Hastalıkların her birinin ilâcı vardır, ilâcı olmayan hastalık, kazâ ve kaderdir.

Üşümenin devâsı, kürk giymektir. Fakat; Allah bir kimseyi dondurmak isterse, soğuk yüz kat kürkten bile geçer. Bedenine öyle bir titreyiş verir ki; ne elbise ile ısınır, iyileşir, ne de evle.

Kazâ ve kader gelince hekim aptallaşır, o ilâç da fayda verme husûsunda yolunu şaşırır.

Ahmak kişiyi avlayan şu sebepler, nasıl olur da gönül gözü açık olan kimseye perde olur?

Gözü sağlam olursa, aslı görür. Fakat insan şaşı olursa aslı değil, fer‘i (asıl olmayan ayrıntıyı) görür. (Sadece sebeplere takılır.)” (Mesnevî)

Yûnus -aleyhisselâm-’dan alınacak bir ibret de; onun tebliğ vazifesinden üç gün erken ayrılmasının, Cenâb-ı Hak tarafından ağır bir zelle olarak görülüp cezalandırılmasıdır.

Hak dostları, emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker vazifesinden hiçbir zaman uzak durmazlar. Ham insanları olgunlaştırmak için, her türlü mihnete tahammül ederler. Hattâ Habîb-i Neccâr gibi; onlar tarafından öldürülseler dahî, onların hidâyetini temennî ederek şehîd olurlar.

Hazret-i Mevlânâ, bu hakikate şöyle temas eder:

“Bedene gelip çatan belâyı savuşturmak, halkın incitmesinden kurtulmak, ancak Sana yalvarmakla mümkündür, ancak Sen’i hamd ile tesbîh etmekle.

Zünnûn / balığa arkadaş olan, ümmetin derdinden kaçtı amma Sen’in yerin olmayan nereye can atabildi ki?

Yeter, sus; Yûnus’un uğradığı dertten kork; kazâ ve kadere karşı durmak, ayak diremeye kalkışmak, haddin değil senin.” (Dîvân-ı Kebîr)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Haziran , Sayı: 184