Hz. Süleyman’ın (a.s.) Zorlu İmtihanı

Peygamberler Tarihi

Hz. Davut (a.s.) oğlu Hz. Süleyman’a (a.s.) hilafeti nasıl devretti? Hz. Davut’un (a.s.) oğlu Hz. Süleyman’a (a.s.) nasihatleri neler? Zenginliğiyle tanınan hükümdar peygamber: Hz. Süleyman’ın (a.s.) zorlu imtihanı...

Hazret-i Davut (a.s.) son derece firâset sâhibi olması ve Cenab-ı Hakk’a gönülden bağlılığı sebebiyle Hazret-i Süleyman’ı (a.s.) 19 oğlu arasından kendi yerine halîfe olarak seçti. Fakat İsrâîloğulları, bu tâyine karşı çıktılar. “Süleyman daha çocuk sayılır. Aramızda ondan daha üstün ve büyük kimseler var!” dediler. Bunun üzerine Hazret-i Davut (a.s.) ind-i ilâhîden gelen emir mûcibince  âlimlerin huzûrunda bir imtihân gerçekleştirdi. Oğlu Süleyman’a “Doğruluğu diğer cüzlerin  doğruluğuna, bozukluğu da diğer cüzlerin bozukluğuna sebep olan nedir?” diye sordu. Hazret-i Süleyman (a.s.) “Kalptir!” dedi. Bu cevâbı çok beğendiler. Daha sonra Hazret-i Davut (a.s.) herkesin asâsının üzerine ismini yazıp bir odaya kilitledi. Yalnız Hazret-i Süleyman’ın (a.s.) asâsının yeşerip yaprak verdiği görüldü. Allâh’ın bu lütfuna Hazret-i Davut (a.s.) hamd etti. İsrâîloğulları da Hazret-i Süleyman’ı (a.s.) halîfe olarak kabûl ettiler.

Böylece hilâfet meselesini Allâh’ın lutfuyla halleden Hazret-i Davut (a.s.), oğlu Hazret-i Süleyman’a (a.s.) hilafeti devrederken şu nasihatlerde bulundu:

“Ey oğlum! Şaka yapmaktan sakın çünkü onun faydası azdır. Pişmanlık doğurur. Kızmaktan da sakın çünkü sâhibini basitleştirir. Takvâya sarıl zîrâ takvâ her hâle gâliptir. İnsanlardan bir şey bekleme. İşte bu hakîkî zenginliğin tâ kendisidir.  Allâh’ın sana vermeyip başkalarına verdiği nîmetlere göz dikmek, senin için bir fakirliktir. Özür dilemeyi îcâb ettirecek davranış ve sözlerden sakın! Nefsini ve dilini doğruluğa alıştır! Bugünün dünden daha hayırlı olmasına çalış! Namazını, en son namazını kılan kimse gibi kıl! Aşağı ve bayağı kimselerle ülfet etme! Kızdığın zaman da bulunduğun yerden ayrıl! Allâh’ın rahmetinden ümitvâr ol! Çünkü O’nun rahmeti, her şeyi kuşatmıştır.” (Sâlebî, Arâis, s. 323)