Hz. Süleyman’ın (a.s) İmtihan Edilmesi

Peygamberler Tarihi

Birgün Allâh Teâlâ, Hazret-i Süleymân’ı imtihân etti. Bir anda bütün kudretini elinden aldı. Âyet-i kerîmede buyrulur: “And olsun ki, Süleymân’ı imtihân ettik. Tahtının üstünde bir cesed (gibi) bırakıverdik. Sonra tevbe ile eski hâline döndü.” (Sâd, 34)

HZ. SÜLEYMÂN'IN -ALEYHİSSELÂM- ELİNDEN HERŞEY ALINDI

Süleymân -aleyhisselâm-’ın bir anda herşeyi elinden alınmış; hiçbir şeyi kalmamıştı.

Âyette geçen “fitne” yâni imtihan hakkında çeşitli rivâyetler vardır:

  1. Hazret-i Süleymân, Mescid-i Aksâ’yı yaptırdığı sırada, getirdiği sanatkârlar içinde sanatların hîlelerini bilen birtakım şeytanların kurdukları bir ihtilâl yüzünden bir süre nüfûzunu kaybetmiş, yahut tahtından ayrı kalmış; böylece tahtında, ya kendisi kuvvetsiz bir cesed hâlinde hükümsüz kalmış, yahut tahtı da işgâl edilip yerine kırk gün kadar heykel gibi birisi oturtulmuştu.
  2. Bir rivâyette Süleymân -aleyhisselâm-, zevcelerinin hepsinden oğlan çocuğu olmasını ve bunların da Allâh yolunda küffâr ile cihâd etmelerini istedi. Fakat «inşâallâh» diyerek Allâh’ın ismini anmayı unuttu. Bunun üzerine ancak bir zevcesinden sakat bir oğlu dünyâya geldi. (Buhârî; Enbiyâ 40, Eymân 3; Müslim, Eymân 23/1654)

PEYGAMBERİMİZE (S.A.V) SORULAN SORU

Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de kendisine, rûh, Ashâb-ı Kehf ve Zülkarneyn -aleyhisselâm- hakkında suâl sorulduğunda:

“−Yarın gelin haber vereyim!” buyurmuştu.

Ancak «inşâallâh» demeyi unutmuştu. Bu sebeple Efendimiz’e de bir müddet vahiy gelmedi. Allâh Teâlâ şöyle buyurur:

“Allâh’ın dilemesine bağlamadıkça (inşâallâh demedikçe), hiçbir şey için «Bunu yarın yapacağım!» deme! Bunu unuttuğun takdirde Allâh’ı zikret ve: «Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir.» de!” (el-Kehf, 23-24)

  1. Diğer bir görüşe göre Süleymân -aleyhisselâm-, şiddetli bir hastalıkla imtihân edildi. Tahtının üstünde cansız bir cesed gibi kaldı.
  2. Başka bir rivâyete göre ise, Allâh Teâlâ, içine bir korku verdi. Öyle ki belâ gelmesi endîşesi ile Süleymân -aleyhisselâm- cansız bir cesed hâline geldi.

HZ. SÜLEYMAN'IN TÖVBESİ

Sonra Allâh’ın lutfu ile kendisine tekrar eski hâli bahşedildi. Süleymân -aleyhisselâm- şöyle istiğfâr etti:

“«Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz Sen, dâimâ bağışta bulunansın.» dedi.” (Sâd, 35)

Süleymân -aleyhisselâm-’ın kimsenin muktedir olamayacağı güçlerin kendisine verilmesini istemesi, tefâhür (övünmek) için değildi. Zamanındaki zâlim pâdişahları zelîl etmek içindi. Çünkü devrindeki pâdişahlar, gurur ve kibir içinde zulmediyorlardı.

Fahreddîn Râzî, Süleymân -aleyhisselâm-’ın duâsına şöyle bir mânâ da vermiştir:

“Rabbim! Bana öyle şanlı bir mülk ver ki, ben ona kavuşup öldükten sonra «Dünyâ mülkünün vefâsı olsaydı, Süleymân’a olurdu!» denilsin de, kimsenin dünyâ saltanatına hırs ve rağbeti kalmasın!”

Bu ifâdeden anlaşıldığına göre Süleymân -aleyhisselâm-’ın asıl maksadı, dünyâ mülkünü değil, âhiret mülkünü istemektir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Her kim âhiret kazancını isterse, ona ondan veririz. Her kim de dünyâ gelirini isterse, ona da ondan veririz; fakat onun için âhirette bir nasîb yoktur.” (eş-Şûrâ, 20)

HZ. SÜLEYMAN'IN DUASININ KABULÜ

Yine âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere Allâh Teâlâ, Hazret-i Süleymân’ın duâsını kabûl etti:

“Biz rüzgârı O’na boyun eğdirdik. O’nun emriyle, istediği yere tatlı tatlı akıp giderdi. Bütün binâ yapan, dalgıçlık yapan şeytanları da. Ve (kötülük yapmamaları için) zincirlerle birbirine bağlanmış diğerlerini (yâni cinleri veya isyancı kabîleleri, köle ve esirleri de O’na boyun eğdirdik!) (Sâd, 36-38)

Bu âyetlerden anlaşıldığına göre, Allâh Teâlâ, binâ ve dalgıçlık yapmak için şeytanları (cinleri) Hazret-i Süleymân -aleyhisselâm-’ın emri altına vermiştir. Bu şeytanlardan bir kısmı, Hazret-i Süleymân’ın emriyle büyük binâlar, mescidler, saraylar, resimler, havuz gibi çanaklar, sâbit büyük kazanlar yapıyorlardı ki, bu işleri yapmaya insanlar güç yetiremiyorlardı. Bu şeytanlardan bir kısmı da, denizden çeşitli nîmetler, cevherler ve ancak denizde bulunabilen güzel eşyâlar çıkarıyorlardı.

Âyet-i kerîmedeki; “zincirlerle birbirine bağlanmış diğerleri” ifâdesi ise iki şekilde anlaşılmıştır:

  1. Bir kısım müfessirler, Süleymân -aleyhisselâm-’ın elinde bulunan köle ve esirler olarak yorumlamışlardır. Bu tefsîre göre Hazret-i Süleymân, köle ve esirleri iş yapmaları ve kaçmamaları için bağlatmıştır.
  2. Bir kısım müfessirler de bu ifâdenin, bazı şeytanların (cinlerin) Hazret-i Süleymân’ın emrine karşı geldikleri ve bu yüzden çalışmaları ve cezâlandırılmaları için zincire vuruldukları anlamına geldiğini söylemişlerdir. Ekseriyetle bu ikinci görüş kabûl edilmiştir.

İbn-i Kesîr de bu ikinci görüşü kabûl eder ve zincire vurulanların, şeytanların inatçı, isyankâr, iş yapmaktan imtinâ eden, direnen veya güzel iş yapmayan kısmı olduğunu söyler.

Hazret-i Süleymân’a böyle bir kudret ve ihtişam veren Allâh Teâlâ, O’na geniş bir tasarruf salâhiyeti de vermişti. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“«–İşte bu bizim bağışımızdır! İster ver, ister (elinde) tut; hesapsızdır!» dedik. Doğrusu O’nun, bizim katımızda büyük bir değeri ve güzel bir yeri vardır.” (Sâd, 39-40)

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:

“Cinlerden bir ifrit, dün akşam, namazımı bozdurmak için üzerime atıldı. Allâh bana imkân verdi de onu kıskıvrak yakaladım. Hattâ sabah olunca hepiniz göresiniz diye onu mescidin direklerinden birine bağlamayı arzu ettim. Ancak, kardeşim Süleymân -aleyhisselâm-’ın şu sözünü hatırladım: «Rabbim! Beni mağfiret et; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver.» (Sâd, 35) Allâh da onu hor ve hakîr olarak geri çevirdi.” (Buhârî, Salât 75; Enbiyâ 40; Müslim, Mesâcid 39/541)

Süleymân -aleyhisselâm- kendisine bu kadar büyük bir zenginlik ve saltanat lutfedilmiş olmasına rağmen, dâimâ huşû, tevâzû ve vecd içinde bir kulluk hayâtı yaşayıp kalbini dünyâdan müstağnî kılmayı bilmiştir. Nitekim O’nun bu fazîletini beyan sadedinde:

“Süleymân -aleyhisselâm- kendisine bahşedilen mülke rağmen Allâh’a duyduğu huşû sebebiyle, ölünceye kadar başını semâya kaldırmamıştır.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c. VIII, s. 118) buyrulmuştur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları