Hz. Musa'dan (a.s.) Daha Bilge Kişi

VİDEOLAR

Hz. Musa'nın Hızır (r.a.) ile arasında yaşanan yolculuğunu Dr. Murat Kaya anlatıyor...

Übey bin Ka’b (r.a) Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurduklarını nakleder:

Mûsâ Peygamber (a.s) bir defasında Benî İsrâîl arasında hitâbede bulunmak üzere ayağa kalkmıştı. Kendisine: «En çok âlim olan kimdir?» diye soruldu. «En âlim benim.» diye cevap verdi. (Bu hususdaki) ilmi («Allâhu a’lem: Allah en iyi bilendir» diyerek) Allah’a havâle etmediğinden dolayı Allâh (c.c) ona ıtâb etti (azarladı).

Allâh Teâlâ: «İki denizin bitiştiği yerde kullarımdan biri var. O senden daha âlimdir.» diye ona vahyetti. Musa (a.s): «Yâ Rab, ona nasıl yol bulayım?» dedi. Kendisine: «Bir zenbil içine bir balık koy! O balığı nerede kaybedersen o kulum oradadır.» denildi.

Mûsâ (a.s) gitti. Hizmetçisi Yûşa’ bin Nûn (a.s)’ı da beraberinde götürdü. Bir zenbil içine de bir balık koyup yanlarına aldılar. (İki denizin bitiştiği yerdeki) kayanın yanına varınca başlarını koyup uyudular. (Derken tuzlanmış ölü) balık zenbilden sıyrılıp kurtuldu ve deniz içinde kendine, su küngü gibi (bir boşluk bırakarak), yol açtı. (Deniz içinde böyle bir yolun açılmasına) Hz. Mûsâ ile hizmetçisi teaccüb ettiler. Gecenin kalan kısmı ile diğer günün tamamında yürüdüler. Sabah olunca Mûsâ (a.s) hâdimine:

«‒Kuşluk yemeğimizi getir. Bu seferimizden yorgunluk duymaya başladık.» dedi. (Hâlbuki) Mûsâ (a.s) emrolunduğu o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı. Hâdimi:

«‒Bak hele, taşın dibinde barındığımız zaman balığın gittiğini haber vermeyi unutmuşum!» dedi Mûsâ (a.s):

«‒Zâten istediğimiz de bu idi.» dedi.

Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Taşın yanına varınca bir de baktılar ki elbisesine bürünmüş bir zât duruyor. Mûsâ (a.s) selâm verdi. Hızır (a.s):

«‒Acâyib! Bu (senin bulunduğun yerde) selâm ne gezer?» dedi. Musa (a.s):

«‒Ben Mûsâ’yım.» dedi. O:

«‒Benî İsrâil Mûsâ’sı mı?» diye sordu. «Evet.» dedi. Mûsâ (a.s) sonra yine söze başlayıp:

«‒Sana öğretilen rüşd (ve hidâyet)ten bana bir şey talîm etmek üzere sana tâbî olabilir miyim?» dedi. Hızır (a.s):

«‒Sen, benimle beraber olmaya hiç mi hiç tahammül edemezsin ey Mûsâ! Bende Allâh’ın kendi ilminden lûtfettiği öyle bir ilim vardır ki sen onu bilemezsin. Sende de Allâh’ın verdiği öyle bir ilim vardır ki onu da ben bilemem.» cevabını verdi. Mûsâ (a.s):

«‒Beni inşâAllah sabırlı bulursun. Sana hiçbir işinde karşı gelmiyeceğim.» dedi.

Gemileri olmadığı için deniz kıyısında yürümeye başladılar. Bir müddet sonra yanlarına bir gemi geldi. Onlarla, kendilerini karşıya geçirmeleri için konuştular. Hızır (a.s)’ı (gemiciler) tanıdı ve onları ücretsiz gemiye aldılar. O esnâda bir serçe, geminin kenarına konup denizden bir iki yudum su aldı. Hızır (a.s):

«‒Yâ Mûsâ, benim ilmimle senin ilmin, Allah’ın ilminden, bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile eksiltmez.» dedi. Ve gemi tahtalarından birine el atıp söktü. Mûsâ (a.s):

«‒Adamcağızlar bizi ücretsiz almışlarken sen, gemilerine kasdedip içindekileri batırmak için mi deliyorsun!» dedi Hızır (a.s):

«‒Sen, benimle bulunmaya hiç tahammül edemezsin demedim mi?» dedi. Mûsâ (a.s):

«‒Şu dalgınlığımdan dolayı beni muâheze edip de bana güçlük gösterme!» cevabını verdi. Gerçekten de Mûsâ (a.s)’ın bu ilk muhâlefeti dalgınlık eseri idi. Yine gittiler. Bir de baktılar ki bir çocuk diğer çocuklarla oynuyor. Hızır (a.s) çocuğun başını eliyle kopardı. Musa (a.s):

«‒Aman, hiçbir cana bedel olmaksızın (günâhsız) pâk bir canı telef mi ediyorsun?!» dedi. Hızır (a.s) yine:

«‒Ben sana benimle edemezsin demedim mi?» cevabını verdi. Yine gittiler. Nihayet bir köye varınca ahâlîsinden yemek istediler. Ahâlî onları misafir etmeye hiç yanaşmadı. Orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır (a.s) eliyle işaret ederek duvarı doğrultuverdi. Musa (a.s):

«‒İsteseydin (hiç olmazsa) bunun için bir ücret alabilirdin!» deyince Hızır (a.s):

«‒Bu andan îtibâren artık ayrılalım.» dedi.”

Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) kıssayı buraya kadar hikâye buyurduktan sonra:

Allah Teâlâ Musa’ya rahmet eylesin. Ne olurdu sabredeydi de aralarında geçen mâcerâlar (Cenâb-ı Hak tarafından) bize hikâye olunaydı!” buyurdu. (Buhârî, İlim, 44)

BU HADİSTEN NE ANLAMALIYIZ?

Bir âlime “İnsanların en bilgilisi kim?” diye sorulduğunda “Allah bilir, ilim Allah’a âittir!” demesi müstehaptır, güzel bir davranıştır. Zira insanlara “âlim” denilmesi mecâzendir. Birinin bildiğini diğeri bilmez. Herkes bildiğinin âlimi, bilmediğinin câhilidir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

(Hûd) dedi ki: İlim ancak Allah’ın yanındadır. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum ve lâkin sizin cahillik eden bir kavim olduğunuzu görüyorum.” (el-Ahkâf, 23)

De ki: İlim ancak Allah’ın katındadır. Ben sâde açık anlatan bir nezîr (uyarıcı bir Peygamber)im. (el-Mülk, 26)

Buna rağmen insan için ilim çok faziletli bir hazinedir. İlim için meşakkatlere katlanmak, karada ve denizde uzun yolculuklara çıkmak lâzımdır.

Câbir bin Abdullah (r.a), Abdullah bin Üneys’e bir tek hadîs-i şerîf sormak için tam bir aylık yol yürümüştür. Bir seferinde Medîne’den Şam’a, diğerinde de Mısır’a gitmiştir.

Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) bir hadîs-i şerîf husûsunda tereddüde düşmüştü. O hadîsi Efendimiz (s.a.v)’den dinleyenlerden sadece Ukbe bin Âmir (r.a) hayatta kalmıştı. Ebû Eyyûb Hazretleri deve sırtında Medîne-i Münevvere’den yola çıkıp dağlar, çöller aşarak Mısır’a geldi. Ukbe (r.a) ile karşılaştığında hemen ilk olarak o hadîsi sordu. Ukbe (r.a) de:

“Kim dünyada bir mü’minin ayıbını örterse, kıyâmet günü Allah Teâlâ da onun ayıbını örter.” diye hadîsi rivâyet etti.

Ebû Eyyûb (r.a) “Tamam” dedi ve hemen devesine atlayıp geri döndü.

Tâbiînden Âmir eş-Şa’bî (r.a), kendisine sual soran bir Horasanlı’ya bir hadîs-i şerîf rivâyet ettikten sonra şöyle buyurmuştur:

“İşte bunu biz sana hiçbir bedel taleb etmeden veriyoruz. Hâlbuki vaktiyle (Peygamber Efendimiz [s.a.v] ve ashâb-ı kirâm zamanında) bundan daha basit bir mesele için tâ Medîne’ye kadar yolculuk yapılırdı.” (Buhârî, İlim, 31)

Tâbiînin önde gelenlerinden Ebü’l-Âliye şöyle demiştir:

“Biz, Basra’da iken Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ashabından gelen bazı rivâyetler işitiyorduk. Buna gönlümüz râzı olmuyor, hemen bineğimize atlayıp Medine’ye geliyor ve hadîs-i şerîfi bizzat ashâbın ağzından dinliyorduk.”

Saîd bin Müseyyeb (r.a) de şöyle demiştir:

“Sadece bir hadis öğrenmek için gece gündüz uzun yolculuklar yapıyordum.” (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, IX, 106)

İlim ehli, bildiğiyle iktifâ etmez, dâimâ ilmini artırmayı ister ve bu hususta hırslı olur.

İlim ehli hiçbir zaman tevâzuu elden bırakmamalıdır.

İlim ehli, kendilerine gıpta edilecek yüce mertebelere yükselirler.

Âlimlere hizmet etmek büyük bir şereftir.

Âlimlere hürmet etmek ve yanlarında edebe riâyet etmek lâzımdır.

Akıl, şeriat aleyhine delil olmamalıdır. Aksine Allah’ın kulları için koyduğu şer’î hükümlerin, akıl üzerine delil olması îcâb eder. Akla uymuyor diye İslâmî hükümleri tevil etmek doğru değildir.

Hızır (a.s)’ın yaptığı işler vahiy ile olmuştur. Bugün hiç kimse bülûğa ermeyen ve suçu sâbit olmayan kimseleri cezâlandırmaya kalkmamalı, gelecekle alâkalı tahminlerde bulunarak cezâ vermemelidir.