Huşu İçinde Kılınmayan Namaz Kabul Olur mu?

İHSAN

Namazı ikame etmek ne demektir? Huşu içinde kılınmayan namaz geçerli midir? Namazda huşu nasıl sağlanır? Peygamber Efendimiz namazı nasıl kılardı? İslam’da namaz kılmanın adabı ve önemi.

Mevlânâ Hazretleri buyurur:

“Aklını başına al da namazdan yalnız zâhiren değil, mânen de istifâdeye bak! Tane toplayan bir kuş gibi, Allâh’ın azametinden habersiz bir şekilde sadece başını yere koyup kaldırma!.. Hazret-i Peygamber’in;

«İnsanların en fenâ hırsızı, namazından çalandır.»[1] beyânına kulak ver!..”

NAMAZI İKAME ETMEK NEDİR?

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de -ehemmiyetine binâen- 99 yerde “namaz”dan bahsediyor. Namazı emrederken de sadece «صَلِّ» “Namaz kıl” buyurmakla yetinmiyor, bir de «اَقِمِ الصَّلٰوةَ» “Namazı ikāme et.” buyuruyor.

Namazı ikāme etmek ise, onun hakkını vermektir. Yani zâhirî ve bâtınî şartlarına riâyet ederek, kalp ve beden âhengiyle, tâdil-i erkân ile kılmaktır.

Cenâb-ı Hak namaza o kadar îtinâ göstermemizi istiyor ki, ona abdestle hazırlandıktan sonra kılık-kıyafetimizin dahî muntazam olmasını emrederek:

“Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin!..” (el-A‘râf, 31) buyuruyor.

Yine Cenâb-ı Hak, felâha/kurtuluşa ermemiz için namazda “huşû” hâlinde olmamızı istiyor. Âyet-i kerîmede:

“Mü’minler kurtuluşa erdi. Onlar ki namazlarını huşû ile kılarlar.” (el-Mü’minûn, 1-2) buyuruyor.

NAMAZDA HUŞU NASIL SAĞLANIR?

Bir kimse Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri’ne namazda nasıl “huşû” hâline erebileceğini sorar. Hazret de;

“–Dört şeyle.” buyurup şu maddeleri sıralar:

“1. Helâl lokma,

2. Abdest sırasında gafletten sakınmak,

3. İlk tekbîri alırken kendini huzûr-i ilâhîde bilmek,

4. Namaz dışında da Cenâb-ı Hakk’ı unutmamak.”

HUŞU İÇİNDE KILINMAYAN NAMAZ SAHİH MİDİR?

Yani kendimizi günahlardan korumak için namaz dışında da Cenâb-ı Hak’la kalben beraber olmaya gayret etmemiz îcâb eder. Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulmaktadır:

“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28)

“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19)

Demek ki namazın içini doldurmak, onun feyz ve rûhâniyetini temin edebilmek için bu nevî hususlara riâyet şarttır. Aksi hâlde namaz şeklen kılınsa da içi boş bir geometriden ibaret kalır.

Nitekim Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Bir kul namaz kılar, fakat namazının yarısı, üçte biri, dörtte biri, beşte biri, altıda biri, yedide biri, sekizde biri, dokuzda biri hattâ ancak onda biri kendisi için yazılır.” (Ebû Dâvûd, Salât, 123, 124)

O hâlde namazlarımızı da Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in namazlarına benzetmeye gayret etmeliyiz. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Namazı benden gördüğünüz gibi kılın...” buyurmuşlardır. (Buhârî, Ezân, 18)

Efendimiz’in bu tâlimâtı ise namazın sadece şeklî kısmına mahsus değildir. Şekle ilâveten, Efendimiz’in tâdil-i erkânını ve bilhassa huşû hâlini de örnek almamız elzemdir.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyuruyor:

“...Namaz; huşû duymak, tevâzu ve tezellül göstermektir...” (Tirmizî, Salât, 166)

“Namaza durduğunda, sanki son namazın gibi kıl!..” (İbn-i Mâce, Zühd, 15)

PEYGAMBERİMİZ NAMAZI NASIL KILARDI?

Sahâbeden Abdullah bin Şıhhîr -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’in namazdaki hâlini şöyle tasvir ediyor:

“Bir keresinde Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 158)

Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz de şöyle buyuruyorlar:

“Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namaza durduğu zaman, yüreğinden kazan kaynamasına benzer bir ses duyulurdu. Ezan okunduğu zaman, Allâh’ın huzûruna çıkacağı için, etrafındakileri tanımaz hâle gelirdi.” (Ebû Dâvûd, Salât, 157; Nesâî, Sehv, 18)

Peygamber Efendimiz’in her hâlini örnek alan müstesnâ şahsiyetlerden biri olan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- suikaste uğrayıp ağır yaralandığında, kan kaybından bayılıyor, kendisini bir türlü ayıltamıyorlardı. Fakat namaz vakitleri girdiğinde biri kulağına eğilip;

“–Namaz yâ Ömer, namaz!” diye seslenince, hayret verici bir irâdeyle ayılıyor ve o hâliyle namazını edâ ediyordu. Ardından da:

“–Namazı olmayanın İslâm’da yeri yoktur!” deyip tekrar kendinden geçiyordu.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın da bir muhârebede ayağına ok isabet etmişti. Iztırâbının şiddetinden dolayı oku çıkaramadılar. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:

“–Ben namaza durayım da öyle çıkarın!” dedi. Dediği gibi yaptılar ve hiçbir zorluk çekilmeden, kolayca çıkarıldı. Hazret-i Ali selâm verip;

“–Ne yaptınız?” diye sorduğunda, oradakiler;

“–Çıkardık!” dediler.

Demek ki Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, namazda âdeta dünyadan tecerrüd ediyor, bedenî ıztıraplarını dahî unutacak derecede kendini ibadete teksîf ediyordu.

Şüphesiz ki namazdaki bu rûhî derinlik, bizler için, yıldızlardaki ölçüler mevkiinde. Biz bu ölçülere varamasak da onlara ne kadar yaklaşabilirsek, namazlarımızdan da o kadar istifade etmiş oluruz.

SECDE ET VE YAKLAŞ

Velhâsıl Cenâb-ı Hak; “…Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19) buyurarak, yakınlığına vesîle olacak keyfiyette namazlar kılmamızı emrediyor. Dolayısıyla namazda alnımızı secdeye koyarken, kalben de Allâh’ın huzûrunda tazarrû ve niyaz hâlinde bulunmalıyız. Bedenimizin kıblesi Kâbe olduğu gibi, kalbimizin kıblesi de Kâbe’nin Rabbi olmalıdır. Biz O’nu göremiyor olsak da O’nun bizi her an görmekte olduğu hissiyâtıyla namazlarımızı kılmaya gayret etmeliyiz ki namaz bizim için bir mîrâc olsun...

Yine namazın ikāmesi için gereken mühim şartlardan biri de, erkeklerin câmi veya mescidlerde cemaat hâlinde namaz kılmalarıdır. Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz namazın cemaatle kılınmasına o kadar ehemmiyet verirdi ki, mescide girdiğinde cemaatte kimlerin olup olmadığına dikkat ederdi. Herhangi bir din kardeşini üç gün görememişse onu mutlaka sorardı. Uzaktaysa onun için duâ eder, evindeyse ziyaret eder, hasta ise şifa dilerdi.[2]

Şu hâdise, Efendimiz’in cemaatle namaza verdiği ehemmiyeti ifade bakımından ne kadar ibretlidir:

Âmâ sahâbî Abdullah ibn-i Ümmi Mektûm -radıyallâhu anh- bir gün Peygamber Efendimiz’e:

“–Yâ Rasûlâllah! Medîne’nin zehirli haşereleri ve yırtıcı hayvanları çoktur. (Ben bu hayvanların zarar vermesinden korkarım, benim cemaate çıkmayıp evde namaz kılmama izin var mı?)” diye sordu.

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“–Hayye ale’s-salâh ve hayye ale’l-felâh’ı işitiyor musun? Öyleyse durma mescide gel.” buyurdu. (Bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 46/553)

Ne ibretlidir ki; gözleri görmeyen, kendisini mescide götürüp getirecek kimse bulamayan, zehirli haşerat tehlikesiyle karşı karşıya olan bir sahâbîye bile bu nebevî tâlimat verilmişti. O hâlde hiçbir meşrû gerekçemiz olmadan cemaate iştirâk etmemenin, ne dehşetli bir gaflet ve ziyanlık olduğunu düşünmemiz îcâb eder.

Diğer taraftan, namaz bahsinde en çok dikkat etmemiz gereken hususlardan biri de, dînin direği olan bu mühim ibadeti çocuklarımıza da kazandırabilmemizdir. “Ağaç yaşken eğilir.” hükmünce, yavrularımızı küçük yaşlardan itibaren namaza alıştırmalı, onları câmilere götürmeli, hediyelerle teşvik etmeli, onlara namazın kıymet ve ehemmiyetini sevdirerek öğretmeliyiz. Bu hususta aslâ ihmâl ve gevşeklik göstermemeliyiz.

Unutmamalıyız ki çocuklar, Cennetʼe lâyık bir sâfiyetle doğarlar. Fakat anne-babalar, çocuklarının mânevî terbiyelerini ihmâl ederlerse, o Cennet kuşlarını -Allah korusun- yanlış bir yere uçururlar…

Cenâb-ı Hak, namazı ciddiye almayıp onu gafletle kılanlara bile “Yazıklar olsun!” buyururken, bir de namaz kılmamanın ne kadar vahim bir hâl olduğunu unutmamamız gerekir.

Âyet-i kerîmelerde buyrulduğu üzere Cennet ehli, Cehennemʼe girenlere uzaktan uzağa sorarlar:

“«‒Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?» Onlar (ilk olarak) şöyle cevap verirler: «‒Biz namaz kılanlardan değildik.»” (el-Müddessir, 42-43)]

Dipnotlar:

[1] Hâkim, Müstedrek, I, 353.

[2] Bkz. Heysemî, II, 295.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları