Helal Rızık Müslüman Olmasına Vesile Oldu

HAYATIMIZ

Bugün ecdâdımızdan kalan târihî câmilerde kılınan namazlarla, son devirde inşâ edilen câmilerde kılınan namazlar arasında huzur ve huşû farkı varsa, bunun bir sebebi de, oraya sarf edilen paranın mânevî keyfiyeti, yani helâliyet seviyesidir.

Tarihî bir misaldir:

Kanunî Sultan Süleyman, Süleymaniye Câmiiʼni inşâ ettirdikten sonra, mimarlar, kalfalar ve bütün işçilerle helâlleşmiştir. İnşâ sırasında çalıştırılan hayvanların hakkı için dahî hassâsiyet göstermiş ve şu tâlimâtı yazdırmıştır:

“Yorgun hayvan dinlendirilecek ve aslâ aç bırakılmayacak…”

İşte ruhları dinlendiren Süleymâniyeʼnin mîmârî ihtişâmı kadar mânevî ihtişamının temelinde de bu nevî hassâsiyetler bulunmaktadır.

HARAMDA ŞEYTANIN BEREKETSİZLİĞİ VE UĞURSUZLUĞU VAR

Hâsılı, helâl Rahmânî, haram şeytânîdir. Helâlde Cenâb-ı Hakk’ın feyiz ve bereketi, haramda ise, şeytanın bereketsizliği ve uğursuzluğu vardır.

Buna rağmen gafil kimseler, kazançta helâli gözetmek husûsunda çoğu kez şeytanın fakirlikle korkutmasına yenik düşerler. Haramdan uzak kalmanın, fâizden kaçınmanın, müşterisiyle, işçisiyle muâmelesinde kul hakkını gözetmenin kendilerini fakir bırakacağını zannederler. Hâlbuki, Allah Teâlâ helâl kazanca bereket verir, haramı ise perişan eder. Eğer haram kazancı dünyada helâk etmediyse, âhiretteki cezâsını kat kat ağırlaştıracağını ifade eder.

Hadîs-i şerifte buyurulur:

ALLAH’TAN KORKUN! HELÂL OLANI ALIN!

“Ey insanlar Allâh’a karşı müttakî olun ve (rızık) talebinizde güzel davranın! Zira hiç kimse (Allâh’ın kendisine takdir ettiği) rızkı eksiksiz olarak elde etmeden ölmez. Rızkı gecikse bile sonunda ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah’tan korkun ve (rızık) talebinizde güzel davranın, helâl olanı alın, haram olanı terk edin!” (İbn-i Mâce, Ticârât, 2)

Evlâtlara helâl rızık yedirmek; babanın evlâdına karşı vazifeleri, evlâdın da babası üzerindeki hakları arasındadır. Evlâtların anne-babalarına, dîn, vatan ve milletine hizmetkâr bir sûrette yetiştirilmesinin ilk adımı ve rûhânî şartı da onlara helâl lokma yedirmektir. Hayırlı bir baba olmak isteyen ve evlâdının hayırlı bir evlât olmasını dileyen kişi; rızkını helâlinden aramalı ve helâle harcamalıdır.

Diğer taraftan, helâl ve temiz kazanç peşinde koşmanın insana bahşettiği derûnî bir haz vardır. Böyle kişiler kazançları az olsa bile dâimâ huzur içinde yaşarlar. Cenâb-ı Hak da onları sever. Nitekim hadîs-i şerîfte şu müjde verilmektedir:

ALLAH, SEVER!

“Allah Teâlâ, kulunu helâl peşinde koşmaktan yorulmuş vaziyette görmeyi sever.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 65)

Helâl peşinde olan insanın hâlini; Cenâb-ı Hak sevdiği gibi, kullar da takdir ederler. Pek çok insan; nefsânî duygularına kapılmış olduklarından, menfaatlerini temin için, hırs ve ihtiras içinde birbirini ezmeye çalışırken, kul hakkına hassas, haramlardan, şüpheli şeylerden kaçınan, az da olsa helâl ile iktifâ eden, muâmelâtında dürüst, temiz, namuslu olan bir insana herkes hayran olur. Böyle bir insan, sadece davranışlarıyla mükemmel bir şahsiyet tevzî eder. Lisânıyla hiçbir şey söylemese de, İslâm’ın güzelliğini en güçlü hatip ve vâizden çok daha belîğ bir şekilde tebliğ etmiş olur.

HELAL RIZIK MÜSLÜMAN OLMASINA VESİLE OLDU

Bunun güzel bir misâlini merhum pederim Musa Efendi kuddise sirruh şöyle anlatırdı:

“Mühtedî, yani sonradan müslüman olmuş bir komşumuz vardı. Bir gün kendisine hidâyete nâil oluş vesilesini sorduğumda şunları söyledi:

«–Acıbadem’de tarla komşum Rebî Molla’nın ticaretteki güzel ahlâkı sayesinde müslüman oldum. Rebî Molla, süt satarak geçimini temin eden bir zât idi. Bir akşam vakti elinde bir bakraç ile bize geldi ve;

“–Buyurun, bu süt sizin!” dedi.

Şaşırdım:

“–Nasıl olur? Ben sizden süt istemedim ki!” dedim.

O hassas ve zarif insan;

“–Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin bahçeye girip otladığını gördüm. Onun için bu süt sizindir. Ayrıca o hayvanın tahavvülât devresi (yediği otların vücudundan tamamen izâlesi) bitinceye kadar sütünü size getireceğim…” dedi.

Ben;

“–Lâfı mı olur komşu? Yediği ot değil mi? Helâl olsun!..” dediysem de Molla Rebî;

“–Yok yok, öyle olmaz! Onun sütü sizin hakkınız!..” deyip hayvanın tahavvülât devresi bitene kadar sütünü bize getirdi.

İşte o mübârek insanın bu davranışı beni ziyâdesiyle etkiledi.

Neticede gözümdeki gaflet perdelerini kaldırdı ve hidâyet güneşi içime doğdu.

Kendi kendime;

“–Böyle yüce ahlâklı bir insanın dîni, muhakkak ki en yüce bir dindir. Böylesine zarif, hakşinas, mükemmel ve tertemiz insanlar yetiştiren dînin doğruluğundan şüphe edilemez!” dedim ve kelime-i şahâdet getirip müslüman oldum.»”

İşte, hırs ve ihtirastan arınmış, kanaat ve tevekkül içinde yaşayan, şüpheli şeylerden kaçınan, yalnız helâle talip bir gönlün müstesnâ bereketi…

Yâ Rabbî! Bizlere helâli, râzı olfduğun şeyleri sevdir; haram ve şüpheli olan, hoşnut olmadığın şeylere karşı ise gönlümüze buğz ve nefret ver.

Yâ Rabbî! Bizleri helâl rızıklarla rızıklandır. Helâl rızkın bereketiyle ibâdetlerimizi şuurlandır. Dünya ve âhiretimizi nurlandır.

Âmîn!..

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2011 Ay: Ocak Sayı: 71