Helâl Kazancın Aynası

Zekat

Zekâtlar, mülkün Allâh’a ait olduğu idrak ve şuurunun bir ifâdesidir. Mü’min, Allâh’ın verdiği nîmetleri îtinâ ile kullanmalıdır. Zira bir gün mutlaka ondan dolayı hesaba çekilecektir.

İslâm’da, mal-mülk ne ferde, ne de topluma âittir. Mülk, Cenâb-ı Hakk’a âittir. Kul, ancak onun belli bir süreliğine tasarrufçusudur.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey insanlar! Allâh’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak O’dur.” (Fâtır, 15)

Zekâtlar, mülkün Allâh’a ait olduğu idrak ve şuurunun bir ifâdesidir. Mü’min, Allâh’ın verdiği nîmetleri îtinâ ile kullanmalıdır. Zira bir gün mutlaka ondan dolayı hesaba çekilecektir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Nihâyet o gün (dünyada faydalandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesâba çekileceksiniz.” (et-Tekâsür, 8)

İLAHİ EMANET ŞUURU

Bu hakîkat, bütün mü’min gönüllerde; beden, ruh, eşya, dünya ve hayat eksesinde bize verilen sayısız nîmetler hakkında, derin bir tefekkür ve muhâsebeye vesile bir hayat düstûru olmalıdır. Tâ ki her nîmeti ilâhî bir emanet şuuru içerisinde değerlendirebilme hassasiyetine sahip olabilelim. Tâ ki mâlî ibadetlerimizde de gerekli edep ve erkâna riâyet edebilelim.

Zira bütün ibâdetlerde olduğu gibi zekât ve sadaka ibâdetinde de zâhirî ve bâtınî usûl ve âdâba riâyet elzemdir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden ezâ gelen sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, hilim sahibidir. Ey îmân edenler! Başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırları boşa çıkarmayın…” (el-Bakara, 263-264)

Dolayısıyla, riyâ ve ucup gibi kalbî marazlar neticesinde hayırları başa kakmak sûretiyle muhtâcı incitmek veya minnet altında bırakmak, yapılan hayırların ecrini imhâ etmek demektir. Güzel bir ev inşa edip de ardından onu yakmak ne kadar abesse, yapılan hayırları âdâbına uygun yapmayıp ecrini imhâ etmek de aynıdır. Onun için nefsin hoyratlığını bertaraf ederek Cenâb-ı Hakk’ın rızasına muvâfık hareket etmek zarûrîdir.

ZEKATI EHLİNE VERİN

Yine bu cümleden olarak; bir mü’min, zekâtı ehline verebilmek için titiz bir gayret içinde bulunmalıdır. Zira Cenâb-ı Hak böyle kullarını methederek:

“Onlar ki zekât vermek için faâliyet gösterirler.” (el-Mü’minûn, 4) buyurmaktadır. Bu da kalpteki ihlâs ve huşûun bir alâmetidir.

Zekât ve sadakalarımızı ehline verebilmek, çok mühim bir mazhariyettir. Bunun için ciddî bir araştırma yapmak ve muhtaçları sîmâlarından tanımayı kalbî bir hassâsiyet hâline getirmek, Rabb’imizin en mühim emirlerindendir.[1] Yani kalp, şefkat ve merhamette o kadar incelik, zarâfet ve nezâket kesbetmeli ki, âdeta bir röntgen gibi, karşılaştığı muhtaçların ıztırâbını sîmâlarından okuyabilmelidir.

Aslında zekât ve sadakayı, ona en lâyık kimselere verebilmek, onun hangi yollardan kazanıldığına da bağlıdır. Diğer bir ifâdeyle zekât, sadaka ve infakların sarf yerleri, kazancın helâliyet derecesini gösteren aynalar mesâbesindedir.

Çünkü bu ibâdet, zâhiren mâlî olarak gerçekleşiyor görünse de, aslında o da mânevî bir mâhiyet ve rûhâniyet zemininde güzellik ve faziletini inkişâf ettirmekte ve kalbî kıvam ile makbul olmaktadır. Tıpkı hac ibâdeti gibi...

[1] Bkz. el-Bakara, 273.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları