Hazreti İbrâhîm’in Teslimiyeti

İSLAM

Allah'a (c.c) teslimiyetin en güzel örneklerinden Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm- ve oğlu Hazret-i İsmail'in-aleyhisselâm yaşadıkları...

Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm- hakkında bir rivâyette “–Allâh, bana bir oğul verirse, onu kurban edeceğim!” dediği ve bu sözü sebebiyle imtihâna tâbî tutulacağı aktarılır. İşte Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-‘ın oğlu Hazret-i İsmail -aleyhisselâm- ile yaşadıkları…

HAZRETİ İBRÂHÎM’İN TESLİMİYETİ

Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-, Hacer vâlidemiz ile İsmâîl -aleyhisselâm-’ı Mekke’ye bıraktıktan sonra, Sâre vâlidemizin yanına dönmüştü. Arada bir, onların yanına uğruyordu. Bir seferinde Mekke’de bir rü’yâ gördü. Rü’yâsında, âyette buyurulduğu gibi İsmâîl -aleyhisselâm-’ı kurban ediyordu. İbrâhîm -aleyhisselâm- rü’yâ şeytânî mi, Rabbânî mi diye şüphelendi. Ancak aynı rü’yâ üç gün devam etti. Bu günler, hacc mevsiminin tevriye, arefe ve bayramın birinci günü idi.

Bir rivâyette İbrâhîm -aleyhisselâm-:

“–Allâh, bana bir oğul verirse, onu kurban edeceğim!” demişti. İşte bu sözü sebebiyle imtihâna tâbî tutulmuştu.

İbrâhîm -aleyhisselâm-, Rabbinden gelen ilâhî emir üzerine Hacer vâlidemize, oğlu İsmâîl’i yıkamasını ve güzel kokular sürmesini; O’nu bir dostuna götüreceğini söyledi. Hazret-i İsmâîl’e de yanına bir ip ve bıçak almasını tenbih etti ve:

“–Oğlum, Allâh rızâsı için kurban keseceğim!” dedi.

Arafatta hacıların vakfeye durduğu yere doğru yol almaya başladılar. Bu sırada şeytan, insan kılığında Hacer vâlidemizin yanına geldi ve O’na:

“–İbrâhîm, oğlunu nereye götürüyor biliyor musun?” dedi.

O da:

“–Dostuna götürüyor.” cevâbını verdi.

Şeytan:

“–Hayır, kesmeye götürüyor..” dedi.

Hacer vâlidemiz:

“–O oğlunu çok sever!” diye mukâbele etti.

Şeytan devamla:

“–Allâh emrettiği için boğazlayacakmış!” deyince Hacer vâlidemiz:

“–Eğer Allâh -celle celâlühû- emretti ise güzel bir şeydir. Tevekkül ederiz.” dedi.

Şeytan, Hacer vâlidemizi aldatamayınca İsmâîl -aleyhisselâm-’ın yanına gitti. Bu sefer de O’na sordu:

“–Baban seni nereye götürüyor biliyor musun?”

İsmâîl -aleyhisselâm-:

“–Rabbinin emrini îfâya..” dedi.

Şeytan:

“–Biliyorsun ki, seni kesmeye götürüyor!” diyerek vesvese vermeye çalıştı.

Bunun üzerine Hazret-i İsmâîl:

“–Defol mel’ûn! Biz, Rabbimizin emrini seve seve yerine getiririz!” şeklinde mukâbele ile şeytanı kovdu. Onu taşladı.

Şeytan İsmâîl -aleyhisselâm-’ı da kandıramamıştı. Bu sefer İbrâhîm -aleyhisselâm-’a döndü:

“–Ey ihtiyar! Oğlunu nereye götürüyorsun? Şeytan seni rü’yâda kandırmış! O rü’yâlar şeytânîdir.” dedi.

İbrâhîm -aleyhisselâm-:

“–Sen şeytansın! Hemen yanımızdan uzaklaş!” dedi.

Eline yedişer tane taş aldı ve şeytanı üç ayrı yerde taşladı.

İşte hacda kıyâmete dek rükün olarak devâm edecek olan şeytan taşlama, bu şekilde başladı. Bu hâl onların tevekkül ve teslîmiyetlerinin bir nişânesi olarak ümmete nümûne oldu.

İbrâhîm -aleyhisselâm-, İsmâîl -aleyhisselâm-’la birlikte Mina’dan Arafat’a doğru giderlerken semâdaki melekler oldukça heyecanlandılar. Hayretle birbirlerine:

“Sübhânallâh! Bir peygamber bir peygamberi kurban etmeğe götürüyor!” dediler.

İbrâhîm -aleyhisselâm- oğlu Hazret-i İsmâîl’e bu işin hakîkatini anlattı:

“–Ey oğlum, rü’yâmda seni kurban etmekle emrolundum.” dedi.

İsmâîl -aleyhisselâm-:

“–Babacığım, bunu sana Allâh mı emretti?” diye sordu.

İbrâhîm -aleyhisselâm-:

“–Evet!” dedi.

Bunun üzerine İsmâîl -aleyhisselâm-:

“–Babacığım! Sen emrolunduğun şeyi yap! İnşâallâh beni sabredenlerden bulacaksın!” dedi.

Canını fedâ etmeye hazır olduğunu bildirdi. O sırada İsmâîl -aleyhisselâm-, henüz yedi veya onüç yaşlarındaydı.

Rivayete göre Cebrail -aleyhisselâm-’ın heyecanlandığı ve yetişmekte sıkıntı çektiği üç yerden biri, İbrahim -aleyhisselâm-’ın Hz. İsmail’i kurban etmek üzere bıçağı boğazına dayadığı ân oldu. O an Cebrâîl -aleyhisselâm- bıçağı köreltti. Hakk katından teslîmiyetleri dolayısıyla ilâhî bir lutuf olarak kendilerine cennetten getirdiği koçun kurbân edileceğini bildirdi. Böylece içli tekbîrler arasında o koçu kurban ettiler.

Bu itibarla kurban kesmekten asıl maksat, bu hâdiseleri hatırlayıp onlardaki ilâhî hikmetten nasîb alınması ve Allâh’a teslîmiyet ve takvâ ile kulluk edilmesi husûsunda gönüllerin âgâh olmasıdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk, buyurur:

“(Kurbanların) ne etleri, ne de kanları Allâh’a ulaşır. Allâh’a ulaşan, ancak takvânızdır...” (el-Hac, 37)

Diğer taraftan hacda kurban kesildikten sonra saçların traş edilmesinin de ayrı bir hikmeti vardır. İslâm’dan evvel bir kimse kölesini âzâd ettiğinde onun saçlarını ustura ile traş ederdi. Bu da, köleliğin bir işareti olarak yapılırdı. Hacdaki traş ile de, hacılar, Cenâb-ı Hakk’ın dâimî köleliğini ve kulluğunu kabul ve itiraf etmiş olurlar. Yâni bu traş, bir mânâda kendimizi Allâh’a adayışın ve onun teslimiyetli bir kulu olduğumuzun tescili mâhiyetinde bir bağlılık ifâdesidir.

Kaynak: İslam İman İbadet, Osman Nuri Topbaş